Hemşinlilerin tarihine ilişkin
kaynakları araştırırken karşılaştığım isimlerden biri olan Nikolay Marr’ın
Lazistan seyahati notları, ‘Lazistan’a
Yolculuk’ adıyla Aras Yayıncılık
tarafından yayınlandı. Bu önemli eserin yayınlanmış olması benim için ayrı bir
mutluluk oldu. Marr’ın seyahat notlarında Hemşinlilere ilişkin ufak tefek de
olsa bilgiler olduğu, birçok makalede belirtiliyordu. Hemşin tarihi
çalışmalarında en küçük bilgi kırıntılarına bile ihtiyaç duyduğumuz için bu
eseri incelemem gerektiğine karar vermiştim. Türkçe’de olmayan bu esere nasıl
ulaşacağımı düşünürken eserin kendisi ile karşılaşmak apayrı bir mutluluk oldu.
Bunun için eseri Türkçe’ye kazandıran Aras Yayınları’na ve çevirmen Yulva Muhurcişi’ye
şimdiden teşekkürlerimi sunuyorum.
Nikolay Marr kimdir?
Nikolay Marr, Karadeniz ve
Kafkasya halklarının dil, tarih ve kültürleri üzerine çalışmalar yapan
araştırmacıların yabancısı olmadığı bir isim. 1864 Gürcistan doğumlu olan Marr,
İskoç bir baba ve Gürcü bir annenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş, eğitimini ise
St. Petersburg Devlet Üniversitesi’nde tamamlamış çok yönlü bir bilim insanı.
Armenoloji, Kartveloloji, Farsoloji ve klasik filoloji uzmanı olan Marr, bir
dönem Sovyet devleti tarafından da desteklenen ancak 1950’ lerde bizzat Stalin
tarafından eleştirilen ‘Yeni Dil Öğretisi’ adlı kuramın sahibi.
Marr’ın çalışmalarının önemli bir
bölümü Armenoloji alanındadır. 1915-1916 yıllarında Hovsep Orbeli’yle birlikte
Van’da Urartulara ait çiviyazılarını araştırdı. Ani, Şiragavank, Dvin, Zvarnots
ve Garni’de kazılar gerçekleştirdi. Özellikle Ani kazıları Ermeni kültürü
açısından eşsiz değere sahip sonuçlar ortaya çıkardı. Marr’ın çalışmaları
Ortaçağ Ermeni tarihinin aydınlatılmasını sağlamaya yardımcı olmakla kalmadı,
Ermenistan’da akademinin temellerinin atılmasına da büyük katkıda bulundu. Ermeni
Edebiyatı alanında da çalışan Marr’ın 1903’te yayınlanan ‘Eski Ermeni Dili Grameri: Etimoloji’ ve 1934’te yayınlanan ‘Ani:
Edebi Kaynaklara ve Kadim Kentte Yürütülen Kazılara Göre Şehrin Bir Tarihi’ önemli
eserleri arasında sayılabilirler.
Kafkas dilleri uzmanı
diyebileceğimiz Marr, Laz dili üzerine de çalışmalar yapmıştır. Laz dili
üzerine çalışmaları kapsamında Lazistan’a bir seyahat gerçekleştirmiş ve bu seyahat
sonucunda 1910 yılında ‘Sözlüklü Çan (Laz
) Dili Grameri’ adlı eserini yayınlamıştır. Laz dili üzerine veri toplamak
için çıktığı seyahatin notlarını ise İmparatorluk Bilimler Akademisi
Bülteni’nin 1910 yılında yayınlanan 7. ve 8. sayılarında ‘Türkiye Lazistanı’na Yolculuk’ başlığıyla yayınlamıştır. Notlar,
Marr’ın rotasını ve yolculuk sırasında karşılaştıklarını anlattığı ‘Yolculuk’, Laz yerleşim yerlerini ve
coğrafyasını tanıttığı ‘Bölge’ ile
Laz dili, kültürü ve halkların yaşamlarına ilişkin bilgiler verdiği ‘Nüfus ve Yaşam’ adlı üç bölümden
oluşuyor. Kitapta Nikolay Marr’ın Ani kazılarına ilişkin de küçük bir ek bölüm
bulunuyor.
Herkes “Hain”
Herkes “Ajan”
Kitabın ilk bölümünde
karşılaştığı zorluklardan söz ediyor Marr. Üzerinde en çok durduğu zorluk,
doğal ve lojistik zorluklar değil maalesef. Bazen fotoğraf çekmekte, soru
sormakta zorlanıyorlar, kendileri sorgulandığı için. “Her türlü sorumuz yanlış
yorumlanıyor, çektiğimiz her fotoğraf şüphe uyandırıyordu”(s.58). Şüphelerin ne
yönde olduğuna ilişkin yazılanları okuyunca bazı şeylerin hiç değişmediği
duygusuna kapılıyor insan. “Savaş için topografik planlar hazırlamak üzere
buraya geldiğimizden ve tebdili kıyafet dolaşan askeri casuslar olduğumuzdan
şüphelendiler… bize inanmadıklarını söylediler ve tehditkar bir şekilde ne
zaman çekip gideceğimizi sordular. Tihonov’un (yardımcısı) Rus değil Yahudi
olduğu yönünde sataşmalarda bulundular.”(s.33) Şüphelerin ortadan kalkması için
tüm çalışmalarını herkesin gözü önünde yapmasının da şüpheleri gidermeye
yetmediğini de ekliyor Marr. Maalesef buna benzer şeyleri bugün de yaşıyoruz.
Geçtiğimiz yıllarda Hemşin dili ve kültürü üzerine çalışmalar yapan Türkolog
Lusine Sahakyan bölgeyi ziyaret etmiş, bu gezisinin sonucunda bir Hemşin
belgeseli ve Hemşin yer adlarına dair bir kitap yayınlamıştı. Bu yayınlardan
sonra kendisine ve bölgede ona yardımcı olan kişilere yönelik sosyal medyada ve
çeşitli platformlarda 100 yıl öncesine benzer suçlamalarla karşılaşmıştık.
En Temiz Lazca’yı Kadınlar Konuşuyor
100 yıldır değişmeyen başka bazı
şeylerin ipuçlarını da veriyor kitap. En temiz Lazca’yı kadınların konuştuğunu
belirtiyor Marr. Bugün de kadınlar dilin gelecek kuşaklara taşınmasını
sağlıyorlar. Ancak günümüz koşullarında artık sadece sözlü olarak dili
taşımanın çok zor olduğunu ve çok daha hızlı bir şekilde yitirildiğini de
unutmamak gerekiyor. Laz dilinin yitirilmesine neden olan unsurlar arasında
bugün de geçerli olan başka bir olgu da büyük şehirlere ve liman şehirlerine
doğru yaşanan göç sayılıyor. Dilin unutulmasına ilişkin baskıların daha çok
Cumhuriyet dönemi ile ilişkilendirildiği günümüzde aslında diller üzerindeki
baskıların daha önceki dönemlerden başladığını gösteren bilgiler veriyor Marr.
“Hopa’da Laz alfabesini oluşturmaya çalıştığı için Abdülhamit rejiminin
baskısından hayli muzdarip olmuş Faik Efendi ile tanıştım. Hapse gönderilmiş,
evi aranmış ve tüm çalışmaları, kitapları yakılmış.”(s.102) Türkiye’deki
Müslüman azınlıkların asimilasyonunda en önemli araçlardan biri de din
olmuştur. Bugün de insanlar Müslüman ortak paydası üzerinden Türkleştirme
politikalarına maruz bırakılıyorlar. Dinin o günlerde de benzer bir işlev
gördüğünü şu satırlardan takip edebiliyoruz: “Lazların ulusal kazanımlarını her
şeyden çok İslam yok ediyor. Ulemalar Lazları, yeryüzünde sadece 300 yıllık bir
geçmişe sahip olduklarına inandırmayı başarmış. Dahası Lazlar, Lazistan
sınırları içindeki Hıristiyan yapılarının da Megrellere ait olduklarına
inanmaktalar. Lazistan’da mollaların çokluğu göze çarpanlar arasında. Lazlar da
mollaların sayısındaki artışın farkında. Rusya’ya (Kafkasya’nın batısına) ve
Türkiye’nin diğer bölgelerine gönderilecek mollalar Lazistan’da
yetiştiriliyor.”(104)
Lazların kendi dillerine ilişkin
tutumlarının da dilin kaybedilmesinde önemli etkenlerden biri olduğunu
belirtmek gerekir. 100 yıl önce de bugün olduğu gibi halkın belli bir kesiminde
kendi dillerine ilişkin tutumun maalesef olumsuz olduğu anlaşılıyor. Eğitim ve
kentleşme ile birlikte anadili geriliğe ve köylülüğe ait bir unsur gibi
algılama eğilimi o dönemlerde de varmış. Ay adlarını sorduğu bir Laz’ın, Lazca
cevap vermemesi üzerine ona Lazca ay adlarını saymaya başlayan Marr’a söylediği
şu sözler durumu anlatıyor aslında: “Eh, bunlar çok eskide kaldı. Bunları
sadece kadınlar bilir!”
Kitapta ortaya konan yaşamın
bugünlerden farklı bir yanı var. Bugünkü ile kıyaslanamayacak renklilikte bir
günlük yaşam. Lazistan’ın küçücük bir kasabasında anadilleri ve Türkçe’nin
yanısıra pastacılık yaptığı Rusya’da öğrendiği Rusçayı konuşan Hemşinli ve
Lazlar, Gürcüler, Rumlar, Ermeniler, Kürtler ve Çingenelere rastlamak mümkün.
Bugün maalesef bu dillerin bir kısmı hiç duyulmaz olmuş bir kısmının ise sesi
çok fena kısılmış durumda.
Hiç Umut Yok mu?
Aslında bütün bunlara rağmen umut
elbette var. Birçok şekilde anlatılabilir neden umutlu olmamız gerektiği. Ama
ben sadece kitabın çevirmeninin ismine dikkat çekmeyi tercih ediyorum: İstanbul
Üniversitesi Rus Dili ve Edebiyatı Araştırma görevlisi Yulva Muhurcişi. Resmen
anadili Lazca ad ve soy ad kullanan genç bir akademisyen.