(Agos' un 28 Kasım 2008 tarihli 661. sayısında yayınlanmıştır.)
Yaylaların uzun gecelerinde ihtiyar sohbetlerinin tadı bir başkadır. Yaşam doğaya ayarlanmıştır. Elektrik yoktur. Televizyon, gazete yoktur. İnsanlar başkalarının hikayelerine seyirci değildirler. Kendi hikayelerini anlatırlar. Bu hikayeler gerçek hikayelerdir. Onlara biçim verilmemiştir. Samimidirler. Başka bir tarihin ipuçlarını verirler.
Makaroğlu Hemdi Hemşinli bir çobandır. Sınırların henüz geçilmez olmadığı zamanlarda Artvin, Erzurum, Ardahan ve Batum’ un yaylaklarında çobanlık etmiştir. Uzun süreler Batum’ da kaldığı için Gürcüce ve Rusça bilir. Çok görmüş geçirmiş bir kişidir. Tarihin karanlık zamanlarına tanıklık etmiştir. Bir çok hikaye biriktirmiştir karanlık uzun gecelere. Bunların bazıları anlatılması zor hikayelerdir. Bu gece sesine yerleşmiş boğuk titreme bundandır:
Harpten önce Artvin’de çok Ermeni yaşarmış. Özellikle Ardanuç yöresinde nüfusları çok fazlaymış. Yörenin en zanaatçı insanları Ermenilermiş. Duvarcı ustaları, gümüşçüler, bakırcılar, fırıncılar hep Ermenilerden çıkarmış. Ermeniler çok çalışkan insanlarmış. Bu yüzden Ermenilerin zengin olduğuna inanılırmış.
Ülkeyi saran kara bulutlar Artvin üzerine ulaştığında bir sürek avı başlamış. Ermenilerin bir çoğu Ardanuç’ ta ki sesli kayadan aşağı atılarak öldürülmüş. Şimdilerde cehennem deresi kanyonu denen kanyonun o günlerden kalan adı ‘sesli kaya’dır aslında. İnsan çığlıklarının hala derinlerinden yükseldiğine inanılır. Kalanlar, sallara doluşup Çoruh’ un azgın sularıyla boğuşarak çoluk çocuk Batum’ a geçmeye çalışmışlar. Ama yol hiçte tekin değilmiş. Çünkü boğuştukları tek şey Çoruh’un azgın suları değilmiş. Ermenilerin mallarını altına çevirdikleri ve bir kısmını gömerek bir kısmını yanlarına alıp götürmeye çalıştıkları dilden dile yayılmış. O zamanlar çetecilik çok yaygınmış. Bu rivayet çetecilerin kulaklarına herkesten önce varmış. Çeteler Çoruh’un dar boğazlarında iki yana dizilir pusular kurarlarmış. Çoruh’un zorunlu yolcularını beklemeye koyularak gelen salları kıyıya çekmeye zorlarlarmış. Kıyıya çekmeyenleri yaylım ateşine tutarlarmış. Kıyıya çekenleri ise soyup soğana çevirirlermiş. Çok insanın canına kıymışlar. Çok kadının ırzına geçmişler. Çok insan da kendi canına kıymış, kıyıya çıkmaktansa kendini Çoruh’un kahverengi çamurlu sularına bırakmış.
Bu çetelerden birinde bir Hemşinli çeteci varmış. Makaroğlu’ yla Batum’da karşılaşmışlar. Bu olaylardan seneler sonra. Batum’ da ki kışlağında çadırına konuk olmuş. Laf lafı açmış anlatmış başından geçenleri. Çetecilik günlerinde bir kafileyi çekmişler kıyıya. Ellerinde değerli ne var ne yoksa almışlar ellerinden. Birinin ayaklarında bir çift çok güzel ağa çizmesi varmış. Bu çeteci çizmeleri de almış kendine. Tam hepsini kurşuna dizecekleri sırada içlerinden biri: “ekmeğimi paylaşmıştım seninle” demiş. Çetecinin hatırına gelmiş. Zor bir zamanında fırınına sığındığı adammış bu. Bunun üzerine eli varmamış öldürmeye, ikna etmiş arkadaşlarını ve bırakmışlar yeniden Çoruh’un kucağına yolcularını.
Gel zaman git zaman çeteciliği bırakmış iyice kocayınca. Yıllar sonra yolu Batum’a düşmüş. Bir fırına girmiş ve ekmek almak istemiş. Fırındaki adam müşterisini süzmüş ve ayağındaki çizmelere gözü takılmış. Dönüp yanındakine Ermenice: “Asonk im muygers yen. Asiga mezi goğobdağ martne. Martı prnenk, çpakhi (bu çizmeler benim çizmelerim. Bu bizi soyan adam. Tutalım adamı kaçırmayalım.)” demiş. Tabi çetecinin Hemşinli olduğundan haberi yokmuş. Söylenenleri anlayan çeteci kapıya doğru seğirtip çıkacak olmuş ki, kapıda karşısına başka bir adam dikilivermiş. Göz göze gelmişler. Derin bakışmışlar. Gözlerinin derinlerinde ikisi de bir şeyler görmüş. Zaman durmuş bir anda. Sonra adam usulca çetecinin önünden çekilivermiş. Çeteci hızla uzaklaşmış. Kapıda göz göze geldiği adam ekmeğini paylaştığı o adammış.
Mahir Özkan