Geçmişten geleceğe....

8 Kasım 2008 Cumartesi

Derlemeler - Bilbilan Yaylası, Ağustos 2008

1

Hayde ertak kednive

Ku darded baştan şada

Ka ku hakut gaban

Baştan erand xada


2

Ka aşune ka ana

Dondzetsan xavağ kağa

Yes kezigi arnoğ çim

İstarsen verver xağa



3

Ka yes meg gov me unim

Godoşvenin vatvetadz

Conçigum ku neşanlu in

Açvenin ture letsvats



4

Tevsine kurşum ontsav

Ternu aşxaras ontsav

Serduz meçu yangunan

Lutsav aşxares lutsav



5

Ağpar intzi vay bana

Sirdes vari gu vari

Kez mezigi inç ağav

Menatsag ayri ayri



6

Da males keşa kala

Yes kavale peyigum

Da tun mita xendasoç

Çaga dağin jemnigum


7

Male hey aa kala

Yes kavale peyim gu

Da tun mita xendasoç

Guşanatskin jemnim gu



8

Tenage liver kides

Livere tenag kides

Postin vaan bargis gu

Doşağn inçina çkides


9

Entinine tsin ku ka

Ka heznoğ es heznoğ es

Hekuts igun yatğin meç(ku kelxud)

İnç elloğa desnoğ es


10

Gov me unim barventsats

Onguçvenin gağletsvats

Conçetsi neşanluid

Açvenin ture letsvats


11

Masti gudila masti

Da yes kezi inç asti

Yale arçevet teyi

Cotan cotan ge asti


12

Ka ku dadin erzevin

Portekalin gedebe

Kağetsez inadina

Kezi arne bedede


13

Aye sevduğum aye

Cutme xavoğ ar aye

Sirdez kezigi kuza

Serdiz vaan yan aye


14

Duman dağdan yukari

Girdi taşun altina

Sana yastuk ne lazim

Kolum başun altina


15

Findukluk tutti beni

Tutti kurutti beni

Gurbete giden yarum

Ne tez unutti beni


16

Dere kütuk geturur

Usti köpuk oturur

Acep benum sevduğum

Nerelerde oturur


Derleyen: Mahir Özkan

6 Kasım 2008 Perşembe

Ekmeği Paylaşmak

(Agos' un 28 Kasım 2008 tarihli 661. sayısında yayınlanmıştır.)


Yaylaların uzun gecelerinde ihtiyar sohbetlerinin tadı bir başkadır. Yaşam doğaya ayarlanmıştır. Elektrik yoktur. Televizyon, gazete yoktur. İnsanlar başkalarının hikayelerine seyirci değildirler. Kendi hikayelerini anlatırlar. Bu hikayeler gerçek hikayelerdir. Onlara biçim verilmemiştir. Samimidirler. Başka bir tarihin ipuçlarını verirler.


Makaroğlu Hemdi Hemşinli bir çobandır. Sınırların henüz geçilmez olmadığı zamanlarda Artvin, Erzurum, Ardahan ve Batum’ un yaylaklarında çobanlık etmiştir. Uzun süreler Batum’ da kaldığı için Gürcüce ve Rusça bilir. Çok görmüş geçirmiş bir kişidir. Tarihin karanlık zamanlarına tanıklık etmiştir. Bir çok hikaye biriktirmiştir karanlık uzun gecelere. Bunların bazıları anlatılması zor hikayelerdir. Bu gece sesine yerleşmiş boğuk titreme bundandır:


Harpten önce Artvin’de çok Ermeni yaşarmış. Özellikle Ardanuç yöresinde nüfusları çok fazlaymış. Yörenin en zanaatçı insanları Ermenilermiş. Duvarcı ustaları, gümüşçüler, bakırcılar, fırıncılar hep Ermenilerden çıkarmış. Ermeniler çok çalışkan insanlarmış. Bu yüzden Ermenilerin zengin olduğuna inanılırmış.


Ülkeyi saran kara bulutlar Artvin üzerine ulaştığında bir sürek avı başlamış. Ermenilerin bir çoğu Ardanuç’ ta ki sesli kayadan aşağı atılarak öldürülmüş. Şimdilerde cehennem deresi kanyonu denen kanyonun o günlerden kalan adı ‘sesli kaya’dır aslında. İnsan çığlıklarının hala derinlerinden yükseldiğine inanılır. Kalanlar, sallara doluşup Çoruh’ un azgın sularıyla boğuşarak çoluk çocuk Batum’ a geçmeye çalışmışlar. Ama yol hiçte tekin değilmiş. Çünkü boğuştukları tek şey Çoruh’un azgın suları değilmiş. Ermenilerin mallarını altına çevirdikleri ve bir kısmını gömerek bir kısmını yanlarına alıp götürmeye çalıştıkları dilden dile yayılmış. O zamanlar çetecilik çok yaygınmış. Bu rivayet çetecilerin kulaklarına herkesten önce varmış. Çeteler Çoruh’un dar boğazlarında iki yana dizilir pusular kurarlarmış. Çoruh’un zorunlu yolcularını beklemeye koyularak gelen salları kıyıya çekmeye zorlarlarmış. Kıyıya çekmeyenleri yaylım ateşine tutarlarmış. Kıyıya çekenleri ise soyup soğana çevirirlermiş. Çok insanın canına kıymışlar. Çok kadının ırzına geçmişler. Çok insan da kendi canına kıymış, kıyıya çıkmaktansa kendini Çoruh’un kahverengi çamurlu sularına bırakmış.


Bu çetelerden birinde bir Hemşinli çeteci varmış. Makaroğlu’ yla Batum’da karşılaşmışlar. Bu olaylardan seneler sonra. Batum’ da ki kışlağında çadırına konuk olmuş. Laf lafı açmış anlatmış başından geçenleri. Çetecilik günlerinde bir kafileyi çekmişler kıyıya. Ellerinde değerli ne var ne yoksa almışlar ellerinden. Birinin ayaklarında bir çift çok güzel ağa çizmesi varmış. Bu çeteci çizmeleri de almış kendine. Tam hepsini kurşuna dizecekleri sırada içlerinden biri: “ekmeğimi paylaşmıştım seninle” demiş. Çetecinin hatırına gelmiş. Zor bir zamanında fırınına sığındığı adammış bu. Bunun üzerine eli varmamış öldürmeye, ikna etmiş arkadaşlarını ve bırakmışlar yeniden Çoruh’un kucağına yolcularını.


Gel zaman git zaman çeteciliği bırakmış iyice kocayınca. Yıllar sonra yolu Batum’a düşmüş. Bir fırına girmiş ve ekmek almak istemiş. Fırındaki adam müşterisini süzmüş ve ayağındaki çizmelere gözü takılmış. Dönüp yanındakine Ermenice: “Asonk im muygers yen. Asiga mezi goğobdağ martne. Martı prnenk, çpakhi (bu çizmeler benim çizmelerim. Bu bizi soyan adam. Tutalım adamı kaçırmayalım.)” demiş. Tabi çetecinin Hemşinli olduğundan haberi yokmuş. Söylenenleri anlayan çeteci kapıya doğru seğirtip çıkacak olmuş ki, kapıda karşısına başka bir adam dikilivermiş. Göz göze gelmişler. Derin bakışmışlar. Gözlerinin derinlerinde ikisi de bir şeyler görmüş. Zaman durmuş bir anda. Sonra adam usulca çetecinin önünden çekilivermiş. Çeteci hızla uzaklaşmış. Kapıda göz göze geldiği adam ekmeğini paylaştığı o adammış.


Mahir Özkan

5 Kasım 2008 Çarşamba

Yorgun

(Agos' un 2 Ocak 2009 tarihli 666. sayısında yayınlanmıştır.)


İnsan insana meramını dille anlatır. Sevincini, kederini dille anlatır. Özlemlerini, coşkularını dille anlatır. İnsan yaşadıklarını bir dille yaşar. Ve bu yaşadıklarını yaşadığı dille anlatır en güzel. Biz iki dilli büyüyenlerin kafası karışıktır bu yüzden biraz. Dilimiz peltedir.

Anılarımız birbirine karışır. Türkçe yaşadığımız anıları Hemşince anlatmak, Hemşince anılarımızı Türkçe anlatmak zor gelir. Evlerimizde Hemşince konuşuruz. Okulumuzda Türkçe. Hemşinli cemiyetlerinde Hemşince konuşuruz, Hemşinli olmayanlarla Türkçe. Bu yüzden olmalı; çocukluğumda okumuş ablalarım, ağabeylerim Türkçe konuşmaya özen gösterirlerdi benimle. “Aman çocuğun dili bozulmasın, Türkçe’yi düzgün konuşamaz sonra.”deyip dururlardı. Ama ninelerimiz, annelerimiz pek dikkat etmezdi buna. Dilleri öyle kolay dönmezdi Türkçe’ye. Hele yaz geldi mi yapacak bir şey kalmazdı. Çocuklar teslim edilirdi momilerin kucağında geçmişlerine, yaylada. Bütün çabalarına rağmen Hemşince öğrenmemi "engelleyemediler" bu yüzden.

Yayla anıları Hemşincedir Hemşinlilerin . Hemşince bilmeyen arkadaşlara anlatılırken duraksanır, bulunamaz cümlenin o yerinde ki kelime. Şakayla karışık bir yabancının Türkçe konuşmasına özenerek: “siz Türkler nasıl diyor” denir, devam edilir hikayeye. Tarif edilir, anlatılırda karşıdan Türkçe karşılığı gelince: “ha tamam o işte” denir.Bazen de ısrarla Hemşincesi anlatılır hikayenin, sonra çevrilir. Çevrilince kafiyesi bozulur. Gülünesi hikayeye gülünmez. Acıtacak hikaye acıtmaz yürekleri.

Bir dil bir düşünüş biçimidir aynı zamanda. O dille düşünen anlar ancak bazı hikayeleri. Hele manileri çevirdiğin zaman Türkçe’ye, büsbütün yitirir anlamını.
Bazı kelimeler biçim değiştirir iki dilli insanların dilinde, farklı dillerde. İki dilde de doğrusu söylenemez bir türlü. Oğlunun ODTÜ’ yü kazandığını sınav sonrasında her sorana gururla anlatan ablam çocuğun kazandığı üniversiteyi Türkçe de başka Hemşince de başka telaffuz edip dururdu. Tekrar tekrar söyletip eğlenirdik bu durumla, kusurumuza bakmasın. Türkçe anlattığı zaman oğlunun başarısını: “oğlum ÖDTÜ’ yü kazandı” derdi. Ama karşısında bir Hemşinli olduğunda ODTÜ olurdu ODTU. Velhasıl bir türlü ODTÜ dedirtemedik ablama. E o da kendince bir çözüm buldu tabi bu duruma. “Ne yaptı senin çocuk sınavı?” Cevap: “Ortadoğu’ yu kazandı.” Hele “ı” harfi tam bir baş belasıdır Hemşinli için. Nerde nokta koyacaksın üzerine nerde kaldıracaksın noktayı, karıştırıp durursun. Bunun ortaya çıkardığı komik durumları hayal gücünüze bırakıyorum. Ben hiç girmeyeyim oralara. Çok sıkıntı yaratan bir harftir anlayacağınız.
Bazen de koyu bir sohbete daldığınızda karşınızdakinin kim olduğunu unutuverirsiniz. Evde iki dili de kullandığımız için bizim için sorun olmaz bu. Geçmişte yaşanmış bir olayı konuşurken, olayın Türkçe yaşanan kısımlarını Türkçe, Hemşince yaşanan kısımlarını Hemşince konuşuruz. Şehirde ev dışında yaşanan bir olayı anlatırken Türkçe, kendi aramızda yaşanmış bir olaydan söz ederken Hemşince anlatırız. Tabi annem genellikle Hemşince yaşadığı için onunla konuşurken çoğunlukla Hemşince konuşuruz. Annem bu alışkanlığını eve gelen arkadaşlarımızla da sürdürmezse ortada bir sorun yoktur. Ancak annem bu geleneği Hemşince bilmeyen arkadaşlarımızla da sürdürür.

Yine bir gün, eve gelen bir arkadaşımı aldı karşısına başladı Türkçe anlatmaya: “Hey gidi oğlum biz neler çektik, eskiden bu kadar rahatlık yoktu. Beni okutmadılar. Kız kısmı okuyup ta ne yapacak diye. Askere mi gidecek sanki. Siz ne güzel okumuşsunuz. Şimdi geldik şehre. Yazı bilmem, yol bilmem. E inç ağav hemi, yes a kir kidana, yes intsi dziyap erta. İm ağçigin dune erta gayna inç gellir.( E ne oldu şimdi, ben de yazı bilsem, kendi kendime çarşıya gitsem. Kendi kızımın evine gidebilsem ne olurdu”) Arkadaşın anlamaz gözlerle baktığını fark edince duraksadı annem. Biz gülümseyerek: “anne yine ikinci kanala geçtin” dediğimizde o vurucu sözcükler dökülüverdi dilinden: “ e orti inç enim turkça hosim a na tatrigum. ( e yavrum ne yapayım Türkçe konuşunca yoruluyorum. )


Mahir Özkan