3 Nisan 2018 Salı
2 Ocak 2017 Pazartesi
Osmanlı Belgelerinde Hemşin Kimliği
Hemşin
Tarihinin Genel Hatları
Hemşin Tarihi araştırılması gereken, doldurulması gereken
birçok boşluk barındıran bir tarihtir. Ancak yine de bazı temel dönemeçleri
belgelenebilen bir tarihtir. Yaşayan kültüre, sözlü tarih anlatılarına, gezgin
notlarına dayalı olarak kimi kısımları doldurulabilse de bu tarih çizgisinin
tamamlanması için özellikle Osmanlı, Pontus, İran vb. arşivlerin
araştırılmasına ihtiyaç var. Bu yazıda Hemşin Tarihi’nin genel hatları
konusunda bizi belli ölçüde bilgilendirecek belgelerden söz edeceğiz.
Hemşinlilerin tarihine ilişkin bilinen ilk kayıtlar
Ermeni rahip Ğevond ve yine Ermeni rahip Mamikonlu Hovannes’e dayanır. Bu iki
kayıtta beyleri Hamam öncülüğünde yapılan bir göçten söz ederler. Ancak bu
göçün güzergâhı ve tarihi konusunda bir karışıklık vardır. Ğevond’a göre göç 789-790
tarihlerinde yaşanmıştır. Bu tarihlerde hüküm sürmüş Paşpatrik Yesayi, Arap
vostigan Obeydullah ve Bizans imparatoru VI. Konstandin’in adlarının geçmesinin
bu tarihleri doğruladığını belirtir. Bknz: ( Levon Haçikyan, Hemşin Gizemi,
Belge Uluslararası Yayıncılık, İstanbul, 1997, s. 21) Mamikonlu Hovannes ise göç
olayını bu tarihten 160 yıl kadar öncesine yani 626 yılına götürür.
Hemşin tarihi ile ilgili yazan Türk, Ermeni veya yabancı
tarihçilerin neredeyse tamamı bu göç olayına referans verirler. Bu göçü
gerçekleştiren topluluğun Ermeni Apostolik Kilisesine bağlı bir topluluk olduğu
da genel kabul görür. (Bknz: F. Kırzioğlu, Bir Araştırma Yazısı Hemşinliler, Eski-Oğuz
(Arsaklı-Part) Kalıntısı Hemşenliler, Türk
Folklor Araştırmaları Dergisi, Haziran 1966, sayı:203, İstanbul 1966 ) Ancak
Ermeni Apostolik Kilisesine bağlı bu topluluğun etnik bileşimi tartışma konusu
yapılır. Türk tarihçiler genellikle Hemşinlilerin ataları olan Amaduni’leri, zamanın
hak dini olan Hıristiyanlığı seçmiş bir Türk topluluğu olarak görürler. Hemşin
tarihinin bu dönemini belgelendirmek oldukça zordur. Bu yazının konusu da
değildir.
Osmanlı
Dönemi’nde Hemşinliler
Osmanlı İmparatorluğu’nun 1461 de Trabzon’u ve ardından
bölgeyi ele geçirdiği tarihe kadar Hemşin’de yaşayan insanlar Ermeni Apostolik
Kilisesi’ne bağlı, Ermenice konuşan kendisini Ermeni olarak gören insanlardır. İspir
Beyleri ile ilişkilerinden kaynaklı olarak Osmanlı döneminden önce sınırlı bir
İslamlaşma olduğu da iddia edilebilir. Ancak Osmanlı kayıtları bunun kitlesel
bir olay olmadığını ortaya koyar. Osmanlı belgelerinden bölgenin geçirdiği
demografik değişimi takip etmek mümkündür. Örneğin 1530 yılında, Kale-i Bala ve
Kale-i Zir’ de görevli 70 Müslüman görevli dışında kalan nüfusun % 68’ i
Hıristiyan, % 32 si Müslüman’dır. (BOA, TD.52,53.)
1681 yılında Hemşin’de Ermeni hane sayısı 870, Müslüman hane
sayısı ise 209, Ermeni nüfusun oranı %80 dir. (BOA.
K.K. 2697, s.122-132)
1842 yılında Hemşin’deki
Erkek Ermeni nüfusu 99 kişidir. (BOA. NFS. d. 1144, s. 469–470)
1914 yılına gelindiğinde
ise Atina’da (Pazar, Hemşin dahil) 28 Ermeni erkek nüfus mevcuttur. (SAKİN,
2007, s. 260)
Nüfus verileri Hemşin
nüfusunun 18 ve 19. asırlarda yoğun bir şekilde Müslümanlaştı(rıldı)ğı şeklinde
yorumlanabilir. Peki, Müslümanlaş(tır)ma nasıl yaşanmıştır. Bir yandan
Hıristiyan Hemşinli Ermenilerin batıya göç ettiğini bir yandan da din
değiştirerek Müslüman olduğunu söyleyebiliriz. Ancak Müslüman olduktan sonra
bölgeden göç eden Hemşinlilerin olduğunu da söylemek mümkündür. Hemşin’de
kalanların büyük bölümünün din değiştiren Hemşinli Ermeniler olduğunu söylemek
yanlış olmayacaktır. Çünkü Hemşin’e yönelik nüfusu kökten bir şekilde
değiştirdiğini söyleyebileceğimiz göç kayıtları bulunmamaktadır. Ayrıca kendi
kökenlerinin Hemşin’e dayandığını ifade eden Hopa / Borçka Hemşinlileri
Ermenice’nin Hemşin dialektini konuşmalarına karşın şu anda yaşadıkları bölgede
Hıristiyan geçmişe ait kilise vb. kalıntılara sahip değildirler. Buna karşın
geldikleri bölgede hem Hıristiyanlığın izleri hem de Hemşince’nin kalıntıları
olan yüzlerce kelime, deyim ve yer adları bulunmaktadır. Bu da bu grubun
bölgeye göç etmeden evvel Müslümanlaştı(rıldı)ğını düşündürmektedir. Hemşin
dialektinin diğer onlarca Ermenice dialektinden biri olduğunu Ermenice üzerine
çalışma yapan dilbilimciler ortaya koymaktadır. ( H.
Acaryan, Knnutyun Hamşeni Barbari, Yerevan, 1947)
Müslüman Hemşinliler gibi
Trabzon’a göç eden Hıristiyan Hemşinlilerin de bu dialekti konuştuklarını
Bijişkyan’dan öğreniyoruz. 1817-1819
yılları arasında bölgeyi gezen Minas Bijişkyan; “(Trabzon ) Köylerde de Haçdur
denilen ufak mescitler vardır. Köy halkı Hamşen’den (Hemşin), şehirdekiler
Ani’den gelmiş olup lehçeleri arasında büyük fark vardır.” (P. Minas Bıjışkyan; PontosTarihi; çev. Hrand
D. Andreasyan; Çiviyazıları 1998; İstanbul; s.108)
Bijişkyan dışında, K. Koch, N. Marr, Clavijo, Feruhan Bey
gibi gezgin ve bilim insanları da Müslüman Hemşinlilerin Ermenice’nin bir
dialektini konuştuklarını belirtirler.
Osmanlı kayıtlarında milletler sistemi dine dayalı bir
sistem olduğu için Müslüman olanların hangi kökenden oldukları genellikle
belirtilmezdi. Dolayısıyla nüfus içerisinde Müslümanların oranının artmasını
Türklerin oranının artması olarak okumak son derece yanlış olacaktır. Bölge
halkının önemli bir bölümünün Laz, Gürcü, Rum ve Ermeni halklarının
Müslümanlaş(tırıl)mış torunları olduğu bugün bile bu halkların belirli bir
kısmının dillerini korumuş olmasından kolaylıkla anlaşılabilir.
Hemşinliler bakımından sözünü ettiğimiz bu durumu ortaya
koyan nadir birkaç belge neyse ki bulunmaktadır.
Osmanlı
Belgeleri
Osmanlı
İmparatorluğu’nun son dönemine ait aşağıdaki belgeler yukarıda anlatılan
durumun birer kanıtı durumundadırlar. İki belge birbiriyle ilişkili belgeler.
İlk belge Umum Erkan-ı Harbiye Dairesi (Genelkurmay Başkanlığı ) Dördüncü
Şubesi’nin Dahiliye Nezâret-i Celîlesi'ne (İçişleri Bakanlığı) yazdığı bir
yazı. Fî 25 Cemâziyelâhir [1]331 ve fî 19 Mayıs [1]329 ( 1 Haziran 1913 )
tarihli yazının orijinalinin Latin harfleri ile dökümü şu şekilde:
Trabzon
Vilâyeti'ne tâbi‘ Hopa kazâsına müsâdif Hopa Hudûd Bölüğü mıntıkasındaki
Zurpici, Arvala, Çavuşlu, Hayki, Zargina, Gvarçı karyeleri ahâlisi Hemşin
ismiyle müsemmâ Ermeni'den dönme Müslüman olub kazânın mütebâki ahâlisinin
kâmilen Müslim Lazlardan ibâret idüği ve Hemşinliler saf ve câhil olup bir
misyonerin bu mıntıkada muvaffakiyetle iş görebileceği binâenaleyh hükûmet-i
mahalliyemizin irşâdâtı Hemşinliler içün derece-i vücûbda olduğu Rusya Hudûd
Komiseri'nin Hopa Bölüğü'ne aid raporunun bir fıkrasında gösterilmiş ve mes’ele
câlib-i dikkat bulunmuş olmağla iktizâ-yı hâlin ifâsı mütemennâdır efendim.
Yazının günümüz
Türkçesine çevrilmiş hali ise şu şekildedir:
Trabzon
Vilâyeti'ne bağlı Hopa kazasındaki Hopa Sınır Bölüğü bölgesindeki Zurpici
(Yoldere), Arvala (Eşmekaya, Çimenli), Çavuşlu, Hayki, Zargina (Güneşli), Gvarçı
(Hendek) köylerinin halkı Hemşin ismiyle bilinen Ermeni'den dönme
Müslümanlardan olup ilçenin geri kalan halkının tümü kamilen Müslüman Lazlardan
oluşmaktadır ve
Hemşinliler saf ve cahil olmaları
sebebiyle bir misyonerin bu bölgede başarılı bir şekilde faaliyette
bulunabileceği bu sebeple yerel hükümetimizin ikaz ve yol göstermeleri
gerektiği Hemşinliler için son derece mühim olduğu Rusya Sınır Komiserinin Hopa
Bölüğüne ait raporunun bir maddesinde gösterilmiş ve konu dikkat çekici
bulunarak gerekenin yapılmasını temenni ederiz efendim. (BOA, Dosya: 116, Gömlek no: 65, Fon
kodu: DH.İD.- 1331. C. 28.)
Bu belgeye bağlı olarak
Dahiliye nezareti 27 Cemâziyelâhir [1]331- 21 Mayıs [1]329 (3 Haziran 1913)
tarih ve 388 evrak numarasıyla Trabzon Vilayeti’ne bir yazı yazıyor:
An
asl Ermeni iken ihtidâ etmiş ve Hemşin nâmıyla ma‘rûf bulunmuş olan Hopa hudud
bölüğü mıntıkasında kâ’in Zurpici, Arvala, Çavuşlu, Hayki, Zargina sâfiyet ve
cehâletleri sebebiyle misyonerlerin tesvilâtına kapılmaları Gvarçı karyeleri ahâlisinin
safvet-i mütehammil idüği beyânıyla Hemşinlilerin hükûmet-i mahalliyece tenvîr
ve irşâdı lüzûmu Rusya Hudûd Komiserliği'nin iş‘ârına atfen Harbiye Nezâret-i
Celîlesi'nden bildirilmiş olmağla câlib-i dikkat görülen iş‘âr-ı vâkı‘a nazaran
iktizâ-yı hâle tevessül buyrulması bâbında.
Yazının günümüz
Türkçesi ile anlamı ise şu şekildedir:
Aslen
Ermeni iken din değiştirmiş ve Hemşin ismiyle bilinen Hopa Sınır Bölüğü
taraflarında bulunan Zurpici (Yoldere), Arvala (Eşmekaya, Çimenli), Çavuşlu,
Hayki, Zargina (Güneşli) köylerinin saflık ve cahillikleri nedeniyle
misyonerlerin aldatmalarına kapılmaları Gvarçı (Hendek) köylerindeki halkın
bunu safiyane açıklamalarıyla Hemşinlilerin yerel hükümetçe aydınlatılarak
doğru yolun gösterilmesi gerekliliği Rusya Sınırındaki Komiserliğimizin
yazısına dayanılarak Savunma Bakanlığımızdan bildirilmiş olup durumu anlatan
yazının dikkat çekici bulunduğu ve gerekenin yapılması hakkında. (BOA,
Dosya: 116, Gömlek no: 65, Fon kodu: DH.İD.- 1331. C. 28.)
Belgeler Ne Anlama Geliyor?
Bu
belgeler daha önce sosyal medyada, Agos Gazetesi’nde ve İletişim Yayınları’nın
yayınladığı Karadeniz’in Kaybolan Kimliği adlı Uğur Biryol’un derlediği kitapta
yayınlandı. Bu yayınlar çerçevesinde çeşitli tartışmalara vesile oldu. Ancak
yeterince değerlendirildiği kanaatinde değilim. Çoğunlukla belgenin ortaya
koyduğu gerçeği tartışmak yerine hamaset ve her konuda belge belge diye
ortalığı velveleye verenler en başta olmak üzere belgeyi küçümseme eğilimi
maalesef ağır bastı.
Bu
belgeyi küçümseyenlerin dayanaklarından biri “cahil bir müfettişin işi olduğu”
argümanı. Böyle bir ihtimal çok zayıftır. Çünkü savaşın yaklaştığı yıllarda
sınır güvenliğinin denetlenmesi gibi son derece önemli bir görev çerçevesinde
“cahil bir müfettiş” görevlendirileceği çok akla uygun değil. Kaldı ki müfettiş
cahil olsa bile önce Genelkurmay’ın ilgili dairesi İçişleri Bakanlığı’na sonra
İçişleri Bakanlığı Trabzon Valiliği’ne bir “cahilin” yalan yanlış
değerlendirmelerini gönderdi demek aklımızla alay etmek değilse nedir?
Belgenin
Hemşinlilerin güvenlik açısından sorun oluşturma olasılığına ilişkin kaygısını
ayrı bir tartışma olarak bir kenara bırakırsak esas önemli yönü Hemşin
kimliğine ilişkin tanımlamasıdır. Bu tanımlamaya göre Hemşinliler, “Hemşin ismiyle bilinen Ermeni'den dönme
Müslümanlar” dır. Aslında bu tanımlama Hemşin adının etnik bir aidiyet adı
olarak nasıl ortaya çıktığını da anlamamızı sağlıyor.
Hemşin’in
Hıristiyan Ermeni halkı için Hemşin daha çok bir yer adıdır. Onlar açısından
Vanetsi olmak, Caniktsi olmak, Ardvintsi olmak ne ise Hamşentsi olmak da aşağı
yukarı o demektir. Yani daha çok bir hemşehrilik ilişkisini ifade eder.
Konuştukları dilin kendilerine özgü bir Ermeni Lehçesi olması aralarındaki bağı
güçlendirmektedir. Ancak bu durum kendilerini ayrı bir kimlik olarak
tanımlamalarını gerektirecek bir farklılık yaratmamaktadır. En iyi durumda
kendilerine Hamşenahay / Hemşinli Ermeni demektedirler.
Ancak
Müslüman Hemşinliler için durum böyle değildir. Müslüman Hemşinliler için
Hemşin bir etnik aidiyeti ifade eder. Hemşin adının bu anlamı kazanmasının,
Hemşinlilerin Müslümanlaş(tırıl)ması sonrasında ortaya çıkmış bir olgu olduğunu
söylemek yanlış olmaz. Müslüman olan Hemşinliler o günlerde Hıristiyanlıkla
özdeşleşmiş bir kimlik olan Ermenilikle kendilerini tanımlamaktan
kaçınmışlardır. Bu son derece anlaşılır bir durumdur. Ancak dilleri ve
kültürleri ile diğer Müslüman halklar olan Laz, Türk, Kürt, Rum vb. halklardan
farklı olduklarını da ifade etmek istemişlerdir. Bu konumları da yaşadıkları
yerin adını kimliklerinin ifadesi olarak kullanmaya başlamalarına neden olmuş
görünmektedir.
Etiketler:
belgelerle hemşin tarihi,
hamshen,
hamshin,
hemsin,
hemşin,
hemşin tarihi,
osmanlı imparatorluğu
ASİMİLASYON VE ÖZCÜLÜK KISKACINDA HEMŞİN KİMLİĞİ
Hemşinlilerin buluşma alanları
olan sosyal medya platformlarında yapılacak kısa bir gezinti Hemşin kimliği
üzerine konuşmanın nasıl zorluklar taşıdığını göstermeye yetecektir. Bu
platformlarda Hemşinliler karşımıza çok farklı biçimlerde çıkarlar. Hemşinli
Türk, Türk, Hemşinli Ermeni, Ermeni, Müslüman Hemşinli, Müslüman Türk, Müslüman
Ermeni, Hıristiyan Hemşinli, Sadece Müslüman, Sadece Hemşinli gibi tanımlamalar
ile birlikte; sadece insanım diyenler veya siyasal aidiyetleri ile sosyalist,
devrimci, emekçi vb. ile kendini tanımlayanlara da rastlamak mümkün. Bütün bu
çeşitlilik kimlik tartışmaları çerçevesinde ve Hemşin kimliği bağlamında ne
gösteriyor? Öncelikle etnik kimlik
tartışmaları ile ilgili literatüre göz atmak gerekecek. Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesi tarafından hazırlanmış olan Türkiye’nin Etnik Coğrafyası
adlı çalışma bu konudaki literatürü bir araya getirmesi açısından önemli bir
kaynak. Bu çalışmada yer alan tartışmaları özetleyerek başlayalım.[1]
Etnik Kimlik Nedir?
Tartışmanın temel soruları
şunlardır: Bir etnik grubu tanımlamak için hangi kriterlere başvurulacaktır?
Biyolojik ve/ya kültürel olduğu iddia edilen kriterlerin doğası nasıl
bilinecek, bunlar birbirinden nasıl ayırt edilebilecektir? Etnik grubu
tanımlayan nitelikler verili ana ilişkin olduklarına göre zaman ve mekana bağlı
değişimler nasıl açıklanabilir?[2]
Etnik grubun nasıl
tanımlanacağına ilişkin olarak Anthony Smith, etnik grup üyeleri için etnik
bağların ve duygudaşlığın temelini oluşturan anlamlar bileşiminin anahtar
unsurları yaradılışa ve soya ilişkin mitlerdir. Bunlar da gerçek soyla
değil, ortak atalara ve kökenlere yüklenmiş anlamlarla ilgilidir.[3]
Elbette bir etnik grubun gerçekten aynı soydan geldiği durumlar da mümkündür.
Ama kimlik açısından belirleyici olan ortak soydan gelmekten çok bu duruma
yüklenen anlamdır. Dolayısı soy birliği olduğu durumlarda bile gerçeklikten çok
kurgu olan önem kazanmaktadır. Bu kurgu için göç, sürgün, yeniden doğuş, savaş,
şanlı geçmiş, ortak köken mitleri önemli rol oynar.
Başka bir unsur ise bellektir.
Tarihsel topluluklar paylaşılan ortak bir bellek üzerine kurulmuştur. Bu bellek
gündelik yaşantılar aracılığı ile sonraki kuşaklara aktarılır. Birbirini
izleyen kuşaklar arasında bellek aracılığı ile ortak deneyimler üzerinden
birleşme yaşanır. Asimilasyonu hedefleyen politikaların toplumların
belleklerini ortadan kaldırmaya yönelmesi de bundan kaynaklanır.[4]
Bir etnik topluluk üyeleri üye
olmayanlarda bulunmayan, kültürel ayırt edici nitelikler
üzerinden benzer ve aynı sayılırlar. En fazla paylaşılan ve aynı zamanda ayırt
edici olan nitelikler dil ve dindir. Bunların yanı sıra
görenekler, kurumlar, yasalar, folklor, mimari, giyim, beslenme, müzik ve
sanat, hatta renk ve fiziksel görünüş farklılıkları da ayırt edici nitelikler
arasında sayılabilir.[5]
Anthony Smith’e göre, bütün bu
unsurların yanı sıra teritorya/coğrafya da etnik kimlik
için önemli bir belirleyicidir. Bir coğrafyada ikamet ediliyor ya da edilmiyor
olunabilir. Kimlik açısından belirleyici olan bu değildir. Mesele, sembolik
ortak bir coğrafi merkeze, bir kutsal yerleşime ya da “anavatan” a sahip
olmaktır. Kendileri ve dışarıdakiler topluluk üyelerini tanımladıklarında bunu
çoğunlukla teritoryal “köklere” atıfla yaparlar.[6]
Etnisite tartışmalarının bir
diğer önemli ismi ise Steve Fenton’dır. Fenton’a göre etnisite soya, kültüre ve
dile dayalı, bazen uysal bazen zorlayıcı bir grup kimliğidir. Hem sosyal açıdan
inşa edilmiş hem de sosyal örgütlenme şekilleri ve akrabalık uzantıları içinde
yükümlülükler ve sosyal bağlarla dolu bir düzende sosyal olarak temellenmiştir.[7]
Burada söz konusu olan belirli sosyal ilişkilerdir. Bu ilişkiler
insanların kendilerini ötekilerden ayırdığı sosyal ilişkilerdir ve bunlara
dayalı olan kimlikle etnik değerlerle birlikte koşullar değiştikçe şekil ve
içerik bakımından değişebilirler. Dolayısı ile etnik grup statik bir kategori
değildir.
Fenton’a göre dil ile etnik grup
arasında birebir bir ilişki yoktur. Ancak yine de Galliler, Katalanlar,
Basklılar, Kürtler vb. gibi dilin etnik bir iddianın parçası olduğu durumlarda
grup sınırlarının belirlenmesinde merkezde yer alan bir unsur olabilmektedir.[8]
Fenton etnik kategorileri önemli
ve merkezi oldukları durumlarda bile daha geniş bir politik/ekonomik ilişkiler
kompleksinin bir parçası olarak görür. Etnisite düzenli ama gayri
resmi olabileceği gibi yasal ve anayasal ilklerle resmiyet de kazanabilir.
Çalışmalarına bakacağımız diğer
isim Fredrik Barth. Barth’a göre etnik grup şu dört özelliği ile tanımlanır: 1-
Biyolojik
olarak kendi varlığını sürdürebilen, 2- Açık bir şekilde ortak bazı temel kültürel
değerlere sahip olan, 3- Karşılıklı etkileşim ve iletişimin olduğu bir alan
yaratan, 4- Kendisi ve diğer etnik gruplara ait bireyler tarafından bir
etnik gruba aidiyetle tanımlanan insanlardan oluşan toplumsal kategorilere
etnik grup adı verilir. [9]
Yukarıda özetlenen tartışmaların
Hemşinliler özelinde nasıl değerlendirilmesi gerektiğine geçmeden önce bu
değerlendirmeyi etkileyecek bir unsura daha bakmak lazım. Bu unsur etnik kimlik
ile ulus arasındaki ilişkidir. Fenton’a göre ulusun açık ya da üstü kapalı
simgeleri genellikle etnik çoğunluğun – veya baskın etnik grubun- karakteristik
diye bilinen özelliklerini yansıtır.[10]
Özdoğan bunu, ulus-devlet modeli yurttaşlıkla etno-kültürel kimliğin iç içe
geçmesi şeklinde ifade eder. Çekirdek bir etno-kültürel kimlik temel alınır,
bunun dışında kalanlar eşit yurttaşlık hakların vaadine rağmen ayrımcılığa
maruz kalabilir veya asimile edilir, dışlanır. Devleti kuran etno- kültürel grup,
kendinden olmayanları göçe zorlayabilir veya etnik temizliğe yönelebilir. Diğer
bir deyişle ulusun varsayılan homojenliği aslında etno-kültürel farklılıklar
pahasına ve çoğunlukla baskı ve zorla veya toplumsal mühendislik teknikleriyle
gerçekleşir.[11]
Hemşinli Kimliği: Kendini
Arayan Bir Halk
Bu bölümde etnik kimlik
tartışmaları bağlamında Hemşin kimliğini değerlendirmeye çalışacağım. Bunu
etnik kimliği belirleyen unsurlar bakımından farklı Hemşinli topluluklarının
durumunu göz önünde bulundurarak yapacağım. Tartışacağım bazı sorular şunlar
olacak: Bu grupları farklılaştıran unsurlar nelerdir? Ortaklaştıran unsurlar
nelerdir? Bütün Hemşinli topluluklarının ortak ekseni var mıdır? Bu ortak eksen
nedir?
Tartışacağımız ilk kavram
yaradılış ve soya ilişkin mitler. Hemşinlilerin yaradılışa ve soya ilişkin
mitleri nedir? Bu konuda esas tartışma Türkiye’deki Hemşinliler içerisinde
yapılıyor. Hıristiyan Hemşinliler açısından yaradılış ve soya ilişkin mitler
Ermeni kimliğinden farklı değildir. Müslüman Hemşinlilerde ise birbirinden
farklı eğilimler olduğunu görürüz. Bir kısmı kendisini yalnızca Hemşinli
kökenleri ile tanımlıyorken bir kısmı Hemşinliliği Ermeni kimliği ile ilişkili
bir kimlik olarak tanımlıyor. Müslüman Hemşinlilerin bir kısmı ise bu kimliği
Türk kimliğinin bir parçası olarak görüyor. Türk kimliğinin bir parçası olarak
görenlerin Türklüğü farklı biçimlerde anladıkları söylenebilir. Bunların bir
kısmının Türklüğü Müslümanlık olarak anladıklarını, bir kısmının ise Türkiye
Cumhuriyeti yurttaşı olmanın Türk olmayı gerektirdiği düşüncesi üzerinden
kendilerini Türk saydıklarını belirtmeliyiz. Hıristiyan Hemşinlilerde olmayan
soyla ilgili tartışmaların Müslüman Hemşinlilerde bu derece yoğun ve farklı
biçimlerde yapılıyor olmasında belirleyici olanın, İslam kimliği ile Ermeni
kimliğinin birbiri ile bağdaştırılamaması (ki Ermeni kimliği Osmanlı döneminde
Hıristiyanlıkla özdeşleşmiş bir kimlik olarak algılanır) ve Türkiye Cumhuriyeti
dönemindeki farklı halkların ve kimliklerin inkarına dayanan tek millet, tek dil,
politikaları olduğu söylenebilir.
Bütün Hemşinliler ortak bir
belleğe sahipler mi? Bunu söyleyebilmek oldukça güç. Çünkü Hemşin tarihi ile
ilgili bütün Hemşinlilerin ortaklaştığı bir yazının olmadığı açık. Son yıllarda
bu alanda önemli gelişmeler olmakla birlikte güçlü bir ortak belleğe sahip
olunduğu söylenemez. Hemşin Kültürüne ilişkin çalışmalar ortak halk
danslarının, ortak masal karakterlerinin, inanışların, geleneklerin vb.
bugünlere kadar taşınabildiğini gösteriyor. 2005 yılında Soçi’de yapılan Hemşin
Konferansının metinleri içerisinde bunun birçok örneğini bulmak mümkündür.[12]
Ancak ortak bir belleğin izini taşıyan en önemli unsur Hemşinlilerin Hemşin
coğrafyası ile ilişkileridir. Hıristiyan Hemşinlilerde Müslüman olanlar kadar
belirgin olmamakla birlikte Hemşinlilerin tamamının ortak hafızası köklerinin
Hemşin coğrafyasına ait olduğunu söyler. Etnik kimliğin önemli
belirleyicilerinden bir tanesinin de coğrafya ile ilişkisi olduğunu
belirtmiştik. Bu ölçütün Hemşinlilerin ortak ekseni olan en önemli ölçütlerden
biri olduğunu söyleyebiliriz.
Kültürel ayırt edici nitelikler
açısından baktığımızda da Hemşinlilerin tamamını kesen ortak değerlerin var
olduğunu söyleyebiliriz. Hemşin Horonu’nun farklı versiyonlarının bütün Hemşin
topluluklarında ortak bir kültürel simge olarak var olduğunu söyleyebiliriz.
Bunun yanı sıra masallar, fıkralar, sosyal ilişkiler, ev içi ilişkiler, maniler
ve atma türküler ve bunların temaları vb. birçok kültürel ortak değerler
vardır. Hemşin coğrafyası ve toplulukları içinde yapılması gereken en önemli
çalışmalar bu değerlerin belgelendirilmesi ile ilgili çalışmalardır. Son
yıllarda yapılan sınırlı sayıdaki çalışma ve kurulan sosyal bağlar ortak
değerleri ortaya koyması açısından çarpıcıdır. Hıristiyan Hemşinli topluluklara
yapılan ziyaretler, onların Türkiye’ye yaptığı ziyaretler toplumların
birbirlerini daha fazla tanımalarını ve ortak kültürel değerlerin daha fazla
görünür olmasını sağlamaktadır.
Etnik kimliğin en önemli
belirleyicilerinden bir tanesi de dildir. Hemşinliler ortak bir dile sahipler
mi? Müslüman Hemşinlilerin bir kısmı bugün Hemşinceyi anadili olarak
konuşamıyorlar. Ancak dillerinde barındırdıkları kalıntılar bu dili daha önce
konuştuklarının bir kanıtını oluşturuyor. Hemşince ile ilişkilerini gösteren
başka bir veri ise kullandıkları Türkçe’nin Hemşince konuşan Hemşinlilerle aynı
özellikleri göstermesidir. Bu konuda Ayşenur Kolivar Hemşin Konferansına
sunduğu yayınlanmamış tebliğinde Çayeli’nin bir Hemşin köyünde Hemşince cümle
kurulabildiğine tanıklık ettiğini belirtikten sonra köydeki Türkçe’ye ilişkin
dilbilimsel çalışmasının sonuç bölümünde şunları söylüyor: “Yanlışlanan
önermelerin ilki Hemşin kültürünün dilbilimsel olarak ikiye bölünmüş olduğudur.
Verilerimiz bunun doğru olmadığını göstermektedir. Hemşin’in coğrafi olarak
doğu ve batı bölgeleri arasında belirli farklılıklar bulunmakla birlikte bu
farklılıklar kanımca katı bir ayrım çizgisinden çok bir kültür içerisinde kabul
edilebilir çeşitlemeler olarak görülebilir.”[13]
Ayrıca bu topluluğun 19. Yüzyılda Hemşince
konuştuğuna dair tanıklıklar mevcuttur.
“Bu konuyla ilgili Rüdiger
Bennighaus, coğrafyacı Carl Ritter’den aktarıyor: “İçlerinde eskisi gibi,
Hıristiyan kültürünü korumuşlar ve yalnız zahiri bir şekilde Kuran’ın yolunu
takip etmişler. Kadınları Ermenicelerinden başka bir dil tanımazlar.” Batı
grubunun Hemşin Ermenicesi konuştuğuna dair bir başka tanıklık ise Bjişkyan’ın
tanıklığıdır. “Hamşenlilerden Müslüman
olanlar Hıristiyanlık adetlerini muhafaza etmiş olup, bilhassa vartavar yortusu
günü hepsi de kiliseye gider, mum yakarlar ve cedlerinin ruhu için kurban
keserler. Halk cümleten Ermenice konuşur. Kurşunlu ve Sürmene'ye gitmiş
Hamşenlilerden Kurşunludakiler Hıristiyan kalmışlardır.”[14]
Akrabalık ve sülale ortaklıkları
üzerinden de bütün Hemşinli topluluklarının ortak bir kimliğe sahip
olduklarının işaretleri bulunabilir. Hemşinli sülaleler üzerine yapılan
çalışmalar bunu kolaylıkla göstermektedir. Bugün Hıristiyan Hemşinliler dahil
olmak üzere bütün Hemşinli topluluklarında kullanılan ortak sülale adları
bulunmaktadır.[15]
Etnik kimliğin önemli
belirleyicilerinden bir diğeri ise dindir. Din unsuru bugün Hemşinli kimliğinin
ortak bir değeri durumunda değildir. Hemşinlilerin bir kısmı Ermeni Apostolik
Kilisesine bağlı Hıristiyan, diğer bir kısmı ise Sünni Müslüman. Müslüman
Hemşinlilerin geleneklerinde Hıristiyanlık döneminden kalma, tabutla gömme,
mezar başında ışık yakma, sağaltıcı dualar gibi bazı ritüellerin[16]
hala yaşadığını ve bunların Hemşin toplumları arasında ortak kültürel değerler
olduğunu kabul etmek gerekse de bu farklılık Hemşinliler arasındaki en önemli
ayrım durumundadır. Hemşin toplumunun dinsel bölünüşünün kimlik üzerindeki
etkisini keskinleştiren ise Birinci Dünya Savaşı süreci ve Türkiye
Cumhuriyetinin kuruluş süreci oldu. Bu süreçte Hıristiyan Hemşinlilerin
katliamı ve sürülmeleri sonucu toplumlar arasındaki ilişkiler kopmuştur. Sürecin
soykırım ve savaşlarla belirlenen doğası toplumların din ekseninde saflaşmasına
neden oldu? Türkiye Cumhuriyeti kurulana kadar geçen savaş sürecince Türk
ulusal hareketi Türk kimliğini değil, Müslüman kimliğini öne çıkaran bir
politika izledi. Müslüman Hemşinliler de bu süreçlerdeki tutumlarını dinsel
kimlikleri ile aldılar. Cumhuriyet dönemi ise bütün Müslüman toplumlar gibi
Hemşinlilerinde Müslümanlık üzerinden Türk kimliğine asimile edildiği bir süreç
olarak yaşandı.
Bugün bu asimilasyon sürecinin
özellikle Hemşince konuşamayan Hemşinliler olmak üzere bütün Müslüman
Hemşinlilerde belirli ölçüde etkili olduğu ortadadır. Hemşinlilerin önemli bir
bölümü kendilerini Müslüman saymanın yanı sıra Türk olarak da görmektedir. Ancak
tek millet, tek dil, tek devlet sloganında özetlenen baskıcı, asimilasyoncu
siyasal süreçler ve tutumların belirlediği bu kimlik algısı, demokratik alanın
genişlemesine, devletin kimlikler konusundaki baskıcı politikalarında yaşanan
göreli gerileme, farklı dil ve lehçelerin öğrenilmesine dönük gelişmeler vb.
sonucu Hemşinlilerin kendi tarihleri ve dilleri ile yeniden ilişki kurmalarını
gündeme getirmektedir. Bunun yarattığı atmosfer ve kimliklerin kendini
tanımlamasında dinsel aidiyetin taşıdığı önemin göreli olarak azalması
Hemşinlilerin kimliklerine yeniden bakmalarını bir ihtiyaç haline
getirmektedir.
Ne Asimilasyon Ne
Özcülük!
Sonuç olarak etnik kimliğin
belirleyicileri olarak tartışılın değişkenler üzerinden bakıldığında (hala bu
değişkenlere ilişkin araştırma ve veri toplama ihtiyacının ortada olduğu
kaydını düşmek üzere) Hemşinli kimliğini nasıl tanımlayabiliriz? Hemşinli kimliği,
tarihsel kültürel kökleri Ermeni kültürü ile ilişkili olan, bu özelliğini
farklı toplumlarında farklı düzeylerde sürdüren, dilsel ve dinsel olarak
çeşitlilikler taşıyan, Müslüman olanlarının belli bir bölümünde daha fazla
olmak üzere Türk kültüründen etkilenmiş bir kimliktir. Bu çeşitlilik
içerisinde, en eski gelenekleri, müzikleri, duaları, inanışları, sosyal
ilişkileri ve Hemşin coğrafyasına ilişkin ortak yurt algısı ile biz duygusunu var
ettikleri söylenebilir. Bu biz duygusunun önemli unsurlarından bir tanesi
Müslüman Hemşinlilerin bir kısmında asimilasyon sonucu büyük oranda yitirilmiş
olmakla birlikte izleri korunmuş olan Hemşin Ermenicesidir. Hemşinlilerin bu
kimlik özellikleri ona yönelik Türk milliyetçiliğinin bilimsel gerçekleri alt
üst ederek, Hemşin kimliğinin gerçekliklerini inkar eden asimilasyoncu ve
Ermeni milliyetçiliğinin homojenleştirici, dilsel ve dinsel tekçi, özcü
yaklaşımlarının Hemşinli kimliğini anlamak açısından bir karşılığının
olmadığını göstermektedir.
[1]
Türkiye’nin Etnik Coğrafyası, MSGSÜ Bilimsel Araştırma Projeleri, Proje
Kodu:2013-26.
[2]
Türkiye’nin Etnik Coğrafyası, s.16.
[3] Anthony
Smith, Ulusların Etnik Kökeni, Dost, Ankara, 2002, s.46.
[4] Age, s.50.
[5] Age,
s.51
[6] Age,
s.52-53
[7] Steve
Fenton, Etnisite, Phoneix, Ankara, 2001, s.5.
[8] Age,
s.11-13
[9] Fredrik
Barth, Etnik Gruplar ve Sınırları, Bağlam, İstanbul, 2001, s.13.
[10] Steve
Fenton, s.37.
[11] Günay
Göksu Özdoğan, Bu Yapı Aşağıdan Nasıl Gözükür?, Radikal Kitap, 2 Şubat 2007.
[12] Hemşin
ve Hemşinli Ermenliler, Konerans Makaleleri, Yerevan, 2007.
[13] Ayşenur
Kolivar, Bir Hemşin Köyünde Konuşulan Türkçe Ağız Üzerine Düşünceler,
Yayınlanmamış Bildiri Metni
Etiketler:
asimilasyon,
etnik kimlik,
hamshen,
hemshin,
hemşin,
hemşin kimliği,
hemşinliler,
mahir özkan
"Müslüman’ız" Diye Diye Türk Olmak!
Toplumların kimlik algılarında
önemli etkileri olan tarihsel olaylar vardır. Türkiye halkları açısından bu
olaylardan ikisi özellikle önemlidir. Bunlardan biri Çanakkale Savaşı diğeri
ise Kurtuluş Savaşıdır. Türkiye devletinin kurucu ideolojisinin bu olaylara
bakışı toplumun birçok kesiminin bakışı ile uyuşmaz. Kuruluşu üzerinden bunca
yıl geçmiş bir ülkede hala kimlik sorunları yaşanıyor oluşu bu uyumsuzluktan
kaynaklanır. Zaman zaman birbiri ile de karşı karşıya gelen bu kesimlerden
önemli ikisi kimliğini İslam üzerinden tanımlayan dindar kesimler ile gayri Türk
Müslüman halklardır.
Kurucu ideoloji bu sürece aynı
cephede giren toplum kesimlerini yeni kurulan devletin kurucu unsuru saymıştır.
Lozan’da azınlık hakları tanınanları yani gayrimüslimleri (Süryaniler,
Nasturiler, Ezidiler hariç, onların azınlık hakları bile olamamıştır.) dışarıda
bırakırsak geriye kalan bütün Müslümanlar bu kapsamdadır. Tabi bu bakışa uygun
bir tarih anlatısı da oluşmuştur. Örneğin; bu tarih anlatısı, Çanakkale
savaşından söz ederken, Osmanlı saflarında savaşan, ancak buna rağmen ailesini
soykırımdan kurtaramayan Ermeni asker Sarkis Torosyan’dan söz etmez. Oysa ne
zaman halklar bazı haklarının gasp edildiğinden, kendilerine haksızlık yapıldığından
söz etse, hemen: “Atalarımız Çanakkale’de birlikte savaştı.” klişesi tekrarlanıp
durur.
Zaten problem tam da buradadır.
Bu iki savaşa katılan gayri Türk Müslüman halklar hangi amaç, hangi kimlik
uğruna katılmıştır savaşa? Hangi dava motive etmiştir onları, Türklük mü?
Müslümanlık mı? Halkların kendi kaderini tayin hakkı konusu açıldığında Türkiye
halklarının bu savaşlarda kaderlerini tayin ettikleri ve Türkler ile
kaderlerini birleştirdikleri ifade edilir. Evet, belki bu bir açıdan doğrudur. Ama
hangi zeminde birleştirmiştir kaderini halklar? Hangi ölçüye göre belirlenmiştir
saflar? Türklük mü? Müslümanlık mı? Gayri Türk unsurlar açısından kader
birliğinin Müslümanlık temelinde olduğu aşikârdır. Müslüman halkların bu tutumu
hareketin öncülüğünü yapan Türk milliyetçiliği tarafından istismar edilmiştir.
Halkların dini kimlikleri ile yaptıkları bir tercih onları etnik olarak
Türkleştirmenin aracı olarak kullanılmıştır.
Mehmet Akif Ersoy, İstiklal
Marşı’nın yazarı ve bir Arnavut olarak gayri Türk Müslüman unsurların tutumuna
örnek olabilir. Aşağıdaki satırlar onun. Bakın bakalım siz bu satırlarda
Türklük davası güden birini görebiliyor musunuz?
“Hani milliyyetin İslam idi
kavmiyyet ne?
Sarılıp sımsıkı duysaydın a milliyyetine.
Arnavutluk ne demek? Var mı şeriatta yeri?
Küfrolur, başka değil, kavmini sürmek ileri
Arabın Türk’e; Lazın Çerkez’e, yahut Kürd’e,
Acemin Çinliye rüchanı mı
varmış? Nerde!
Müslümanlıkta "anasır"mı
olurmuş ne gezer,
Fikr-i kavmiyeti telin ediyor peygamber.”
Halifeliğin kaldırılmasının, saltanatın
kaldırılmasından sonraya bırakılmış olması da burada İslam’ın nasıl
araçsallaştırıldığını göstermesi açısından önemlidir. İslami bir simge olarak
gayri Türk Müslümanları bir arada tutacağı hesap edilerek olacak halifeliğin kaldırılması
Lozan Antlaşması’nın sonrasına bırakılmıştır. Böylelikle uluslar arası alanda
hukuken bütün Müslüman halklar Türk sayılabilmiştir.
Daha sonraki uygulamalar, esas
meselenin Müslümanlık değil Türklük olduğunu göstermiştir. Örneğin; “Artvin
ilinde büyük kısmı Gürcüce olan yerleşim adları ‘Meclis- i Umûmiyye -i Vilâyet’
(İl Genel Meclisi) kararıyla 1925 yılında tümüyle değiştirildi. 1940-2000
yılları arasında 12 bin 211 köyün, yani tüm ülkedeki köylerin, yüzde 35’inin
ismi değiştirildi. İsim değiştirme furyasından en çok Doğu Karadeniz, Doğu ve Güneydoğu
Anadolu etkilendi.”[1]
Bunların dışında; vatandaş Türkçe
konuş kampanyaları, Türkçe dışındaki dillerin yasaklanması, bu dillerde eğitim
yapılamaması, bu halkların hepsine Türk olduklarına dair tarihler yazılması,
soyadı kanunu ile sülale isimlerinin Türkçeleştirilmesi gibi uygulamalar; bütün
Müslüman halkların aslında Türkleştirilmeye çalışıldığının açık kanıtları
olmuşlardır. Tarih yazımları ile ilgili uygulamalar öylesine uç noktalara
varabilmiştir ki; “Her Bakımdan Türk Olan Kürtler: Tarih Bakımından Kürtlerin
Türklüğü,” ve “Dağıstan-Aras-Dicle-Altay ve Türkistan Türk Boylarından Kürtler
/ Ankara 1984” adlarıyla bilimsel çalışmalar(!) yapılabilmiştir. Üstelik bu
çalışmaları yapan Fahrettin Kırzıoğlu, Kürtlerle yetinmemiş Lazları ve
Hemşinlileri de Türk göstermiştir.
Peki, Türk ve diğer halklardan
Müslümanlar, dindarlar bu konuda nasıl bir tutum aldılar. Bu konular ne zaman
tartışılsa İslami kesimlerce ilk yapılan aşağıdaki ayete göndermede bulunmaktır:
“Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek
ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve
kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim)
olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz
Allah, bilendir, haber alandır. [Hucurat 13]” (Çev. Ali Bulaç ) [2]
Ayeti yorumlayanlar İslam’ın
farklı halklar, kavimler, etnik gruplar arasında ayrım yapmadığı konusunda
genellikle mutabık görünüyorlar. Ancak bu ayrım yapmama meselesi; “etnik
kimliğin bir önemi yoktur, önemli olan Müslüman olmaktır” biçimini almaktadır.
Bu anlayış halkların dilsel ve kültürel haklarına ilgisizlik hatta bu
mücadelelere mesafeli yaklaşmalarına neden olmaktadır. Halkların dilsel ve
kültürel hakları savunulmadıkça pratikte Türk milliyetçiliğinin yaptığı gibi Müslümanların
kardeşliği ve eşitliği, Türk olmakta eşitlenmek haline dönüşmektedir. Bunun
sonucu da haliyle giderek Türkleşen bir Müslüman nüfus olmaktadır.
İnsanların sadece dinsel
kimlikleri yok. Tamam, hepimiz Müslüman’ız da, hangi dilde konuşacağız? Hangi
dilde eğitim alacağız? Hangi dilde şarkı söyleyeceğiz? Hangi gelenekleri
yaşatacağız? Hangi yaşam biçimini sürdüreceğiz? “Biz Müslüman’ız, önemli olan
bu” dedikçe Türkleşiyoruz farkında bile olmadan.
Mimar Sinan Üniversitesinin
1927-1965 yılları arasında yapılan nüfus sayımlarına dayanarak hazırladığı
rapor bu gerçeği apaçık ortaya koymaktadır. Rapora göre:
“Arapça, Kürtçe ve Türkçe konuşan
nüfuslar lineer artış gösterirken (tahmin edilebileceği gibi Türkçe çok daha büyük
bir ivmeyle artmaktadır.) geri kalan ana dillerde açık bir azalma tespit
edilmiştir. Bazı diller açısından bu azalma bir dış göç dalgası ile
açıklanabilirken, bazılarında mevcut dilin yerini Türkçe’ye bırakmış olması
ihtimali kuvvetlidir( İlgili dilin ana dil olarak oranı düşerken ikinci dil
olarak artması veya sabit kalması, büyük oranda buna işaret sayılmıştır).”[3]
Türk olmayan Müslüman halklar
Müslümanlıklarını koruma, Müslüman kimliklerine göre tercihler yapma
refleksleri ile etnik kimliklerinden ve dillerinden olmaya başlamışlardır. Bu
durum özellikle kimliğini koruma refleksiyle ve kimliğinden dolayı uğradığı
baskılar nedeniyle Balkanlardan ve Kafkaslardan gelen halklar açısından
trajiktir. Çünkü bu halklar adeta yağmurdan kaçarken doluya tutulmuşlardır.
Müslüman kimliklerini korumak için göç etmişler ancak bunun bedeli bu halkların
büyük bölümünün dillerinden ve tarihlerinden uzaklaşmaları ve Türkleşmeleri
olmuştur.
Türkiye’de yaşayan Müslüman
halklar dinlerinin, dil, tarih ve kültürlerinin yok edilmesinin bir aracı
olarak kullanılmasına daha ne kadar izin verecekler? Müslüman olmanın zorunlu
olarak Türkleşmek anlamına gelmeyeceğini ne zaman anlayacaklar?
Mahir Özkan
[3] Türkiye’nin
Etnik Coğrafyası, MSGSÜ Bilimsel Araştırma Projeleri, Proje Yürütücüsü: Şükrü
Aslan, Araştırmacılar: Murat Arpacı, Öykü Gürpınar, Sibel Yardımcı. s. 189
Etiketler:
asimilasyon,
halklar,
hamshen,
hamshentsi,
hemşin,
hemşinliler,
islam,
mahir özkan,
mehmet akif ersoy,
müslüman,
müslümanlık
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)