Geçmişten geleceğe....

29 Kasım 2010 Pazartesi

Nereye Gömelim?

Evet, gözümüz var toprağında bu vatanın, ama koparıp götürmek için değil, ta dibine gömülmek için.

Hrant Dink



Resmi isim olarak yazdırılamamış olsa da herkes sokağımıza “Hopalıların sokağı” diyordu. Sokak boyunca yan yana sıralanmış iki-üç katlı evlerimiz vardı. Sokağımız, evleri birbirinden ayıran derme çatma çitleri ve nizamiyeleriyle bana sevimli bir siteyi anımsatıyordu. Nerdeyse herkes evlerinin arkasındaki parseli de almıştı. Evlerin arkasındaki bu küçük bahçeyi köyden kalma alışkanlıklarını devam ettirerek, çepeçevre meyve ağaçlarıyla doldurmuş, ortasını da lobiya, lazut, lilig, tentum, xiyar gibi sebzelere ayırmışlardı. Evlerin çatıları yoktu. Fırsatını bulduğunda veya ihtiyaç olduğunda bir kat daha çıkmak üzere kolon demirleri hazır bekliyordu.

Bir yıldan uzun süredir ilk defa geldiğim sokağın başında durmuş kendimi taziyeye hazırlarken, içimden, “bu sevimli site yok olup gidecek, ‘kardeşler apartmanı’ olacak o güzelim evler” diyordum. İçimdeki bu düşünceye, taziye evine giderken bunları düşünüyor olmanın rahatsızlığı eşlik ediyordu. Sonra “böyle durumlara dayanabilmenin yollarından biri bu belki” diye düşünerek rahatlattım kendimi. -İnsan ne kadar da anlayışlı kendine karşı.- Sokak kalabalıktı. Kalabalığa dikkat edince yeniden ölüm düşüncesiyle doldum. Çocuklar sokak boyunca koşturup duruyorlardı. Evlerin önlerinde üçer beşer kişilik insan kümeleri vardı. Hayatın hayhuyuyla uzunca zamandır görüşemeyenler, birbirine hal hatır soruyor, ölüm ve yaşamın anlamına ilişkin sözlerle süslenmiş iş güç sohbetleri ediyorlardı. Kafa kafaya vermiş çok önemli konulardan konuşuyormuş havasındaydılar. Neredeyse herkes sigara içiyordu.

Cenaze evi tıklım tıklımdı. Salonda oturanların çoğu yaşlılardı. İçeride ki odalardan kadınların ağıtları yükseliyordu. “orti im dağa orti, ergen kentid madağ ellim orti. Ter garkoğe orti. Dun enoğe orti. Serdid ağun kalets ta orti. Ye vuuuuu yes nor ertam oooortiii.- yavrum benim yavrum, uzun burnuna kurban olayım yavrum. Daha evlendirecektim yavrum. Ev yapacaktım yavrum. Yüreğine kan mı yürüdü yavrum. Ye vuuuu ben nereye gideyim yavrum” Taziye dileklerimi sunduktan sonra cenazenin evde olmadığını fark ettim. Cenaze çoktan hastaneye kaldırılmıştı. Normalde ölü evde tutulur. Evde bir gece geçirir. Cenazenin başında nöbet tutulur. Görmek isteyenler yüzünü son bir kez görürler. Sonra toprağa verilir. Usulca yanına iliştiğim gençten bir akrabamıza sordum. Cenazenin durumunun evde kalmaya uygun olmadığını, çok fazla kanadığını, bir türlü kanın durdurulamadığını anlattı.

Bu sırada içerde ölünün nereye gömüleceğine dair bir tartışma koptu. Merhumun genç bir akrabası ölüyü İstanbul’ da toprağa vermek için amcasını ikna etmeye çalışıyordu.

-Amca çocuğun durumunu gördün. Bu şekilde onu götürmek, cenazeye eziyet etmek değil mi?

-Oğlum, geleneğimiz, göreneğimiz var. Bugüne kadar hiçbir ölümüzü burada bırakmadık. Yine de bırakamayız.

-İyi söylüyorsun da bu adamın kardeşleri hep burada.

-Bugün buradalar yarın ne olacağı belli olmaz. Hem herkesin orada çayı var tarlası var. Orası bizim toprağımız oğlum. O çocuk orada yatmak ister.

-Amca şimdi ona sorabilecek durumda değiliz. Kardeşleri, “bizim gücümüz yoktur köye götürecek. Amcalarım nasıl isterlerse öyle yapalım” dediler. Çocukların durumunu biliyorsunuz. En az iki otobüs tutulacak. Onca yol.

Salonda önce bir sessizlik oldu. İhtiyar başını öne eğdi. Tespihini ağır ağır çekiyordu. Birbirine yakın olanlar kendi aralarında tartışmaya başladılar. Kimi “ben köye gömülmek isterim. Vallahi hakkımı helal etmem götürmezlerse” diyordu. Kimisi, “yahu ben öldükten sonra nereye gömülmüşüm ne önemi var. Boş versene” diyordu. “Ama tabi imkanın varsa köye gitmek yine de iyidir” demeyi de ihmal etmiyordu. Bazısı “ben babamın yanına gömüleceğim onu bunu bilmem” diyordu. Bazısı, “tarlasının manzarasından söz ediyordu.” Yarı şaka yarı ciddi konuşmalar sürerken ihtiyar kaldırdı başını.

-Tamam. Ne yapalım. Burada toprağa vereceğiz artık. Kaç senedir buradayız. Daha bundan sonra gidip köye yerleşeceğimiz de yok. Madem kardeşleri de öyle istiyor, öyle olsun bakalım.

Salondaki ihtiyarların yüzünde zaman donup kalmıştı. Mutlak bir sessizlik gelip oturdu aramıza. Bir zaman sonra babam yerinden kalktı ve dışarıya yürüdü. Evin içindeki ağır havadan bunaldığım için babamın kalkmasını fırsat bilerek bende çıktım peşinden. Babam dışarı çıkarken bir yandan sigarasını hazırlıyor, bir yandan başını iki yana sallayarak söylenip duruyordu. Yanına geldiğimde fısıltıyla “para için yapıyor namussuz” dedi. “Ama baksana kardeşleri de öyle istiyormuş, ne olacak ki?” dedim. Durdu. Bana derin baktı. Yüzünü çevirdi ve yürüdü.

Olayın üzerinden aylar geçti. Her yıl olduğu gibi bahar gelince bizimkiler köye gitti. Annem ve babam mart ayı gelince köye gider, Haziran ortalarına kadar köyde kalırlar. Haziran ortalarında yaylaya çıkar, Eylül başına kadar da orada kalırlar. Ekim sonunda ise İstanbul’ a geri dönerler. Yazın ben de köye gider hem tatil yaparım hem de yaylaya çıkar bizimkileri ziyaret ederim. O yıl köye gittiğimde her zaman ki gibi çay alım yerinde köyün tek minibüsünden indim. Köyü ikiye bölen derenin üzerindeki tahta köprüden geçerek çay bahçesinin içinden kıvrılan patikadan yukarı eve doğru yollandım. Yolu yarılayıp mezarlıkların yanına geldiğimde donakaldım. Amcamın mezarının yanında bir çukur vardı. Yeni kazılmış bir çukur. Çukurun başında ise üzerinde babamın adının yazılı olduğu mermer bir mezar taşı. Babam “nereye gömelim” tartışmasını ölümünden sonraya bırakmamıştı.

Mahir Özkan

23 Kasım 2010 Salı

Doğu Karadeniz’de Resmi İdeolojiler Kuşatması / Ali İhsan Aksamaz


“Dr. Fahrettin Kırzıoğlu’nun Lazlar/Çanarlar başlıklı makalesinin fotokopisi 1992’de elime geçmişti; o sırada günlük olarak yayımlanmakta olan Aydınlık gazetesinin arşivinde çalışan bir arkadaşım bana ulaştırmıştı. Dr. Kırzıoğlu’nun Lazlar/Çanarlar başlıklı makalesi, daha doğrusu 1972’de 7.Türk Tarih Kongresi’ne sunduğu tebliği üzerinde kısaca durmak istiyorum. Bu makalenin yayımlanmasının üzerinden yaklaşık olarak çeyrek yüzyılı aşkın bir süre geçmiş. Bu zaman içinde söz konusu bu makale çeşitli yazarlar tarafından kaynak olarak görülüp kullanılmış; bazen tırnak içinde bazen özetlenerek aktarılıp durmuş. Ben de Soğuk Savaş yıllarının ürünü bu makaleden ve yazarının diğer çalışmalarından şöyle veya böyle istifade ettiğimi belirtmeliyim.

Otuz yılı aşkın bir zamandır ortalıkta dolaşan bu makale hakkında pek ciddiye alınmamış ki, Türkiye’den tek bir kişinin kaleme aldığı tek bir satır eleştiriye bugüne kadar rastlamadım. Bununla beraber Türkiye’de yayımlanmış olan telif veya çeviri birkaç makalede Dr. Kırzıoğlu’nun adını anan ve Türkiye’deki resmi ideoloji ve resmi tarih tezlerinin yegane temsilcisi olduğunu ileri süren veya ima eden ve bu sebeple sadece kendisini eleştiren birkaç satıra tesadüf ettiğimi belirtmeliyim; bunlardan bazılarını aktarmak istiyorum.

Hayri Hayrioğlu, ‘Demagoji Uzmanları’ başlığını taşıyan makalesinde, ‘Öteden beri Gürcü Tarihi’ni, etnonomisini, tofonomisini tahrif ve saptırma hususunda uzmanlaşmış bazı isimler mevcuttu. F.Kırzıoğlu, H.Göktürk, M.A.Özder bunların başında geliyordu...’ diye yazıyor.

İmzasız olarak ‘Ogni Kültür Dergisi’nde yayımlanan başka bir makalede, Lazlar’ın Kimliği üzerine varolan tezler’ alt başlığı altında Lazlar’a yönelik üç resmi ideolojiye dikkat çekiliyor ve şöyle deniyor: a) Lazlar, Orta Asya’dan göç eden Türk boylarından biridir. (Resmi ideoloji). B) Lazlar, Rum Pontus İmparatorluğu’nun kalıntılarıdır... c) Lazlar, Gürcüler’in bir koludur. (Gürcü resmi ideolojisi)...’

Makalede ilk resmi ideooljiyle bağlantılı olarak Dr. Kırzıoğlu’nun adı da anılıyor: ‘Türkiye’de Güneş Dilve Tarih Tezi’ne dayanan, Anadolu’da yaşayan halkların Türk kökenli olduğunu iddia eden resmi ideolojiden Lazlar da nasibini almış ve tüm tarihi gerçekler çarpıtılarak Saka Türkleri’nin bir kolu olarak Türkleştirilmişlerdir. Bu tezin baş mimarı olan Erzurum Üniversitesi profesörlerinden Kırzıoğlu, resmi ideolojiyi savunan tüm sözde bilim adamları gibi bilimin temel ilkelerini bir kenara itip, hiçbir tarihi kaynak göstermeksizin, ya da birtakım belgeleri açlıktan çarpıtarak tezini ispatlamaya çalışmıştır. Bunun yanı sıra resmi ideolojiyi savunan tüm ‘Türk bilimcileri’nin kullandığı bilim dışı yöntemi o da kullanmaktadır. Bu yöntemin en belirgin özelliği, okuyucunun denetleyemeyeceği birçok tarihi kaynağı yorumlayarak sunmak ve iki dil arasında karşılaştırma yaparak ses benzerliği olan kelimelerin aynı kökten geldiğini ve bundan da aslında iki dilin akraba olduğunu, hatta aynı dil olduğunu ispatlamak. Bu yöntemle Afrika’da yaşayan bir kabile dili ile İngilizce’nin akrraba ya da aynı dil olduklarını ispatlamak mümkündür. Ancak bu ispatın bilimle uzaktan yakından ilgisi yoktur.’

Dr. Kırzıoğlu’nu eleştiren bir diğer kişi Wolfgang Feurstein, şunları yazıyor: ‘... Lazlar’ın kimliklerini yok etmek için, onları ırk ve etnik olarak Türk saydılar. Bu işle ilgilenmek üzere bir şovenist olan Erzurum Üniversitesi öğretim üyelerinden Fahrettin Kırzıoğlu’nu görevlendirdiler. Fahrettin Kırzıoğlu, yazı masasına oturarak, hemen azınlıklara birer Türk şeceresi çıkarıverdi. Kullanılan yöntem hep aynı idi: Kırzıoğlu, ilk önce okuyucuyu bir sürü tarihi halk tanımıyla gafil avlamakta daha sonra eski Türk kabileleriyle arasındaki ses benzerliğini arayarak, sözde tarihi alaşımına bir tutam da Müslümanlık katmakta. Ve bu kişi de kendini Türk Dili ve Tarihi araştırmacısı olarak nitelemekte. Şimdiye kadar Türkiye’de hiçbir kişi tarafından, tarih bu kadar kötü çarpıtılmamıştır...’

Dr. Kırzıoğlu’nun yazdıklarını ciddiye alıp da Türkiye’den eleştiren kimse bulunmamasına rağmen, dışarıdan birisinin bulunduğunu belirtmeliyim. Bu kişi İldiko Beller-Hann. İngilizce olarak kaleme aldığı (ve yakında Türkçe olarak da yayımlanacak olan) makalesinin Türkçe başlığı ‘Doğu Karadeniz Kıyısında Efsane ve Tarih.’ Bellér-Hann’ın söz konusu makalesi Central Asian Survey’in 1995/14 (4) nüshasında yayımlanmış.

Bellér-Hann şunları yazıyor: ‘Batı biliminin en iyi geleneklerine göre Laz Tarihi’ni incelemeye yönelik... girişimlere ilaveten, bu geleneklerin dışında iki çalışma, bu konu üzerinde keskin bir iddiaya sahiptir. Profesör M.Fahrettin Kırzıoğlu, kuzeydoğu Türkiye ve Kafkasya Tarihi üzerine 40 yıldır yazmaktadır. Onun çalışması yalnızca resmi ideolojiyi takviye etmiyor, böyle ideolojilerin, üzerine bina edilebilecek temeli sağlıyor.’ ”


Hemşin Ermenileri Üzerine / Michael Job - Göttingen Üniversitesi

(Aşağıdaki makale bana almanca olarak ulaştı ve amatörce çevrildi. Bu nedenle Türkçesi biraz sorunlu olabilir. çeviri sorunlarını hoş göreceğinizi umuyorum. Mahir Özkan)

Ermeniler genellikle 1500 yılı aşkın bir süredir korudukları dilleri ve dinleriyle kimliklerini kazanmış bir halk olarak görülür. Bu dil ve din birliği Ermeni halkının büyük bir çoğunluğu için bugün de geçerlidir. Bilinen, gizemli bir istisna olarak Türkiye’nin kuzeydoğusunda Hemşin-Ermenileri’ nden söz edilebilir.

“Hemşin-Ermenileri” aslında sıkıntılı bir kavramdır. Çünkü Hemşinlilerden söz ederken birbirinden apayrı iki grubu ayırt etmek gerekmektedir. Batıdaki grup Rize dolaylarındaki köylerde, Hemşin bölgelerinden geçerek Karadeniz’e dökülen nehir kenarlarında yaşıyor. Bunlar Türkçe adıyla Hemşinli olarak nitelendiriliyorlar. Ancak bazı büyük şehirlerde ve Karadeniz’in daha batı kıyılarına da yerleşmiş durumdalar. Doğu grubu, Artvin dolaylarında, Hopa ve Kemalpaşa’dan geçerek denize dökülen nehirlerin kenarlarında oturuyor.

Batı ve doğu gruplarının ortak özelliği, İslamiyet’i kısmen 15. yüzyıldan beri kabul etmeleridir. Bu iki topluluk arasındaki en önemli farksa batıdaki topluluğun artık Ermenice konuşmamasıdır. Doğudaki, kendine “Homşetsi” diyenler, bunun aksine Batı-Ermenice konuşuyor ve eski dillerini kullanıyorlar.

Batı Hemşinliler’in Türk kökeni ile ilgili olarak bugünkü bilgiler kesinlikle asılsızdır, çünkü kökenlerini kendileri bile tartışıyorlar. Bu (Türklerle özdeşleşme) belki tamamen Türkleşmenin (asimilasyonun) bir sonucu olabilir, ama gerçekten, Hemşinliler’in eskiden Ermeni olduğundan hiçbir şüphe yoktur. Daha eski Ermeni yerleşimlerinin yanı sıra yayla isimlerinde ve Hemşinliler’e özel Türkçe’nin içinde bolca Ermenice sözcük geçmektedir. Bu dil ve sözcükler, dil bilimcisi olan Dr. Uwe Blaesing tarafından itinayla incelenmiştir. (Armenisches
Lehngut im Türkeitürkischen 1992, Armenisch - Türkisch: Etymologische
Betrachtungen 1995)
Ermeni kökenli bazı kelimeler Türkiye-Türkçe’sinde de bulunmaktadır; oysa özellikle tarım, ev gereçleri ve doğa ile ilgili olan kelimeler Hemşin-Türkçe’sinde sınırlı kalmaktadır.

Komşuları olan Lazlar (Gürcülerle akraba olan bir Güney Kafkas halkı) da Hemşinlileri hala Ermeni olarak adlandırmakta ve kalın kaburgalı Ermeni olarak nitelemektedirler. 19.cu yüzyılın gezginleri o zamanlar Hemşin’de Ermenice konuşulduğunu bildirirler. Hatta iki Britanyalı araştırmacı, o zamanlar sadece Ermenice anlayan kadınlar olduğunu yazarlar. Dolayısıyla belli ki dil kaybı 120-150 yıldan daha eski değildir, fakat etnik kimlikle ilgili bilinç büyük ölçüde yok olmuştur.

Dilin ve etnik kimlik duygularının kaybolması ve bunun kronolojisiyle ilgili doğulu Homşetsiler’in durumu bir fikir vermektedir. Bu grup diğer Ermeniler tarafından Hamşentsi veya Hamşenahay (Hamşen Ermenileri) olarak da adlandırılırlar.

Yüzyılımızın altmışlı yıllarının başında Fransız bir dil ve kültür araştırmacısı olan Georges Dumezil İstanbul’da dilini incelemek istediği genç bir Laz ile çalışırken, bu Laz ona Rize’de aynı liseye gitmiş olduğu eski bir okul arkadaşını tanıtmıştır. Arkadaşı bu öğrencin ana dili olarak çok garip bir şivesi olduğunu söyler. Bu dilin Hemşin-Ermenicesi olduğu kısa zamanda anlaşılmıştır ve bu öğrenci Ermenice’ nin bir çeşidini konuştuğunu öğrendiğinde çok şaşırmıştır. Dokuz aydan uzun bir süre İstanbul’da yaşayan öğrenci, yazın sahildeyken karşılaştığı bazı insanların Türkçe’den farklı bir dil konuştuklarını fark etmiş ve bu dilin bir kısmını anlamış fakat bir sonuç çıkartamamıştır. Ermenice’ nin Hemşin lehçesi ile batı Ermeni edebiyat dili olarak bilinen Ermenice arasındaki farka bakılınca, bu açıkça anlaşılır. Bazı küçük örnekler bunun göstergesidir: Hemşin Ermenice (sol) Batı Ermenice (sağ)

kiek ku yazıyorsunuz ge krek’

oie günler orere

pion ağız peran

son 20 k’san

Ancak hemen anlaşılıyor ki, farklar belli kuralları takip ediyor: Standart Ermenicenin ‘ r ’si diyalektte ‘ i ’ olarak, eski ‘ a ’ ‘ o ’ olarak ortaya çıkıyor vb. Bu yüzden Hemşin-Ermenileriyle diğer Ermeniler arasında anlaşmanın o kadar da kolay olmamasına şaşmamak gerekiyor. Yerevan’dan genç bir meslektaş kısa bir süre önce Hemşin-Ermenice’sini kısmen anlayabildiklerini ve Hemşin-Ermenileriyle tam olarak anlaşabilmek için yabancı dilde konuşmak zorunda olduklarını söyledi.

Georges Dumezil’in deneyiminde öğretici olan, ana dili olarak Ermenice bir diyalekti olduğu halde, Hemşin-Ermeni’sinin Ermeni olduğunu hiç bilmemesiydi. Hemşin-Ermenileri kendi dillerine Ermenice demezler, “Hemşince” derler. Benzer bir örneği de yaklaşık 20 yıldan uzun bir süre önce Türkiye’den, çok güzel bir Gürcü lehçesiyle konuşan bir Gürcüyle yaşadım. Ancak hangi dili konuştuğu sorusuna cevap olarak Kartuli (Gürcüce) değil, onun yerine Cveneburi (bizim için tipik olarak; bizimkini) dedi.

Başlangıçta din kaybı, sonra etnik kendi olma bilinci kaybı ve tabiki de -Batı Hemşin-Ermeni bölgesinde- dil kaybı ortaya çıktı. Dil konusuna altta tekrar geri geleceğiz. Ama bundan önce tarihe bir bakarsak: Hemşin-Ermenilerinin kökenleri hakkında ne biliyoruz? Bu konuda Rüdiger Benninghaus’un Hemşinliler üzerine yazdığı “Ethnic groups in the Republic of Turkey” (Wiesbaden 1989’da Peter Alford Andrews tarafından yayınlanmıştır. ‘Türkiye’ de Etnik Gruplar’ adıyla Türkçe’ de yayınlanmıştır.) adındaki çok değerli cildin içinde bazı bilgiler edinilebilir, ki aşağıdaki açıklamalar büyük ölçüde bu kaynağa dayanıyor.

Hemşin tarihi ile ilgili açıklamalarda “Hemşin” ismi bile birçok yorum denemelerine davetiye çıkarmıştır. Bunların çoğu da Hemşinliler’in kökeni hakkında ki efsanelerle ilişkilidir. Bu arada gözden kaçırılmamalı ki Ermenice’de “Hamen”e, Hemşin-Ermeni diyalektinde “Homin” deniliyor olması. Bu, bu durumu daha anlaşılır kılıyor, çünkü Ermeni diyalektlerinin karşılaştırılmasından biliyoruz ki, “Homin” hatasız olarak “Hamen” ile açıklanabilir, ama Türkçe’sinde olduğu gibi “Hemşin” buraya en fazla form olarak uyuyor. Her şey birbirine çok güzel uysa da, Hemşin’i orijin bir kelime yapısı olarak kabul etmeye çalışmak bu nedenle tümüyle başarısızlıkla sonuçlanır.

Özellikle Türkçe’deki açıklamasına göre örneğin “hem=gleichermassen” ve “şen=fröhlich” aynı şekilde anlamsızdır. Eski Türkçe olan ve koyun postu anlamına gelen ‘emsen’ kelimesi de anlam bakımından farklı kalıyor. Türkçe’deki başka kelimelerle de anlamlı bir açıklama bulunamıyor.

Bugüne kadarki tarihi kaynaklardan kesin olarak söyleyebileceğimiz şeylerden biri, 8. yüzyılın sonlarında Arap takibi sonucunda yaklaşık 12.000 Ermeni köylünün Şapuh Amatuni Bey ile oğlu Hamam’ın önderliğinde Bizanslıların bölgesine kaçarak Karadeniz kenarlarındaki Çağtık ilçesinde toprak ve yaşama ortamı bulmuş olduklarıdır.. Prens Hamam’ın onuruna yerleşim alanına “Hamam-en” ya da “Hamam-a-en” adı verildi. Bu isimde kolayca “-en” eki (enuş- şinuş) “inşa edildi” anlamında ayrıştırılabilir, Ermenice’deki bölge isimlerinde kullanıldığı gibi. Bu bağlamda Hamen kelimesine kolaylaştırıcı geçiş dil biliminde haploloji olarak bilinen yaygın bir yöntemdir.

Bu tarihi açıklama 1. yüzyılın sonlarından kalma sınırlı bilgilerle uymakta, ancak Hemşin bölgesinin geri kalan ayrıntıları ve gelişmeleri henüz gün yüzüne çıkmamış, karanlıkta mı saklı? Her şeyden önce Doğu yerleşim alanlarıyla ilgili güvenilebilir hiçbir bilgi bulunmamakta. Rüdriger Benninghaus, daha henüz üstünde çalışılmamış olan Matenadaran ve British Museum arşivlerinde yeni bilgiler bulmayı umuyor.

Hemşin bölgesiyle ilgili elle tutulur bir diğer bilgi ise yakın geçmişimizden, İslamlaşma ile ilgilidir. Gerçekte güvenilir olan bilgilerin sınırlı olduğu biliniyor. Bu nedenle belirli fakat Hemşin bölgesinin küçük bir kesitini işleyen dokümanların yorumunun yapılması gerekiyor.

15. yüzyılda bazı küçük Ermeni köylerinin İslamiyet’i kabul etmiş olması şüphe uyandırıcı bir varsayım. 16. yüzyıl için Osmanlı kaynaklarınca bu artık tartışılamaz: 457 Hristiyan ailenin yanı sıra Ermeni bölgesinde 214 Müslüman ev vardı. Kronolojik sıralamaya göre İslamlaşmanın 17. yüzyılın sonlarına doğru başlaması araştırmacılarda şüphe uyandırıyor. Ermeni bir gezer olan İndjidjian’ın kayıtlarına göre ise 19. yüzyılda Hemşin bölgesindeki bir sıra köyde Hristiyan nüfusu hala büyük bir çoğunlukta.

Hemşin-Ermenileri’nin İslamiyeti kabulünü doğrulayacak ve gerekçesini ortaya koyacak güvenilir bir belge hala bulunmamaktadır. Tümüyle Hristiyanlık’tan İslamiyet’e geçen ve etnik farklı Lazlara olan komşulukları bu bağlamda (daha incelenmesi gereken) bir rol oynamış olmalıdır. Ne de olsa Lazlar da önceki dinlerini tamamen bırakmışlardır, ayrıca şu anda bir çoğunda kendi Gürcüceyle akraba olan Güney Kafkas ana dillerinin yerini Türkçe almıştır. Hemşin-Eremenileri’nin bazı durumlarda, komşuları olan Lazlara, aslına Mingreliler anlamına gelen ve Lazlarla yakın ilişkileri bulunan, Gürcü Hristiyanı olan “Megreli” dedikleri kaydedilmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu ve Rusya arasında olan savaş durumundan sebep Lazlar ve Gürcüler gibi birçok Hemşinli de 19. yüzyılın ortalarında Türkiye’nin şimdi bulundukları bölgelerine taşındılar. Karadeniz kıyılarında bulunan Rus ve Gürcü şehirlerinde bugün hala Hemşinlilere rastlanabilmektedir.

Batı göçleri, Batı Hemşinlileri Ermeni dilinin kısa bir süre öncesine kadar hala korunduğu Trabzon’a götürdü. Önemli bir Ermeni filolog ve dilbilimcisi olan Hratschya Atscharyan bu yüzyılın başında Hemşinli köylerinde olduğu gibi Trabzon’da ki ve Trabzon’dan Rusya’nın Karadeniz kıyısına yerleşmiş olan bir ailenin diyalektini inceledi. Bununla ilgili 1947’de Yerevan’da bir kitap çıkardı. Bu diyalekt bazı bakımlardan Georges Dumezil’in üstünde çalışma yapmış olduğu doğu lehçesinden sapmıştır, bu yüzden Ermeniler’in tek bir yekpare yerleşim alanının olduğunun sorgulanması lazım. Belki de birbirinden bağımsız iki akımda Ermeniler Hemşin bölgesine yerleştiler. Bu iki yerleşme birimi arasındaki bağlantı bugün de yoktur.

Türkiye’nin büyük şehirlerinde bulunan çok sayıda Hemşinli dernekleri, Rüdiger Benninghaus’a göre neredeyse sadece batılı Hemşinliler tarafından ziyaret edilir: Eğer toplam bir Hemşinli olma bilinci varsa da, çok zayıftır.

Batı Hemşinler’in özel bir geleneği hala çok açık bir şekilde Ermeni kökenlerini gösteriyor: Her yıl üç gün süren bir yayla festivali kutlanıyor. Bu festivalin adıysa Hristiyan Ermenilerde alışılmış olan Vartavar’ı yani İsa’nın nurlandırılmasını anımsatan “Vartivor” ya da “Vartavar”dır. Bu gelenek de hala saklandığı halde, Ermeni kültüründen kalan mirasların çoğu yok olmuştur. Örneğin halk dansları bakımından Batı Hemşinliler, Doğu Hemşinli kuzenlerinden daha büyük bir çeşitlilik gösteriyorlar. Fakat, Benninghaus: “dans etmelerinde Ermenilerle bir benzerlik… görülmemektedir” demektedir.

Son yılların araştırmaları Hemşinliler hakkında birçok bilgiyi bir araya getirdi, ama tarihlerinde ve bugünkü yaşamlarında hala açıklanması beklenen büyük bir bölüm vardır. Hemşin bölgesinde kalmış olan Ermeniler hakkında alan araştırmaları çerçevesinde sadece bu bölgelerde araştırma yapılabilir. Türkiye’nin bugünkü tutumu, özellikle orta ve alt makamlarda, Ermenilik hakkındaki çalışmaların yapılmasını desteklememesi günümüzde sitem edilecek bir durumdur. Böylece Hemşin-Ermenileri, batılı Hemşinliler’in edildiği gibi tamamen asimile edilmeden önce politikanın değişmesi ümit edilmelidir.

Kaynak: Armenisch-deutsche Korrespondenz (Frankfurt/ M.), Jg. 1997, Nr.98, Heft4, s.34-36 Die Hemschin-Armenier Von Michael Job

20 Kasım 2010 Cumartesi

Karadeniz’in Laneti

“Karadeniz! Karadeniz! Yetmedi mi! Daha ne istiyorsun benden. Dualarım, adaklarım yetmedi mi! Gözpınarlarım kurudu. Gözyaşlarım yetmedi mi!” dedi yaşlı kadın;

Sayısı belirsiz yıllardır her gün gelip oturduğu kayanın üzerinden Karadeniz’ e seslenirken. Sonra sustu, Karadeniz’ i dinledi. Deniz ses vermedi. Deniz henüz kayaları dövmeye başlamamıştı. Kıpırtısız susuyordu. Balıkçı takalarının sesi duyulmuyordu daha. Gün açmamıştı.

“Bir şey söyle! Deli deniz! Bir işaret ver! Gücüm kalmadı artık! Bir ses ver bana ya da sesimi al, kıyılarına vur!” dedi.

Uzaklara bakan gözlerini ayaklarının dibindeki durgun karanlığa çevirdi. Baktı, baktı, baktı. Suda suretini aradı. Koyu karanlıktan başka bir şey görmedi. Ayağa kalktı. Başka türlü kalktı. Önceki günlere benzemiyordu bu kalkışı. Yerinde çakılı kalmıştı. Gözlerini denizin koyu karanlığından ayıramıyordu. Bir gülümseme gelip dondu dudaklarında. Delice parladı gözleri. Gözbebekleri büyüdü. “Ben de mi?” diye düşündü.

İşte tam o anda bir ses duydu. Bir hıçkırık. Sese döndü yüzünü. Kulak kesildi. Kayalardan başka bir şey görmedi. Ağlıyor muydu deli deniz? Yürüdü sese doğru. Hıçkırıklar. Dikkatli küçük adımlarla yaklaştı sese doğru. Kayaların arasından yol bulmuş otlara tutuna tutuna ilerledi. Sese iyice yaklaşmıştı. Kayaların arasında onu gördü. Başını dizlerinin arasına almış durmaksızın ağlıyordu. Başındaki boncuklu yazmasının altından kara saçları sırtına dökülüyordu. Adımlarını hızlandırdı. Cevap beklemediği sorularla “Yavrum ne oldu sana? Tövbe, tövbe, tövbe. Neyin var yavrum?” diyerek yanına indi. Genç kadını kucakladı. Titriyordu. Başını avuçlarının arasına aldı. Yüzünü çevirdi. Genç kadının yüzünde tuzunu boşaltan bir Karadeniz gördü.

“Ah yavrum! Ne oldu sana, senin kimin kimsen yok mu?”

Genç kadın avuçlarının arasında titremeye ve ağlamaya devam ediyordu. Başını omzuna dayadı sımsıkı sarıldı. Sual edilecek zaman değildi. “Ağla yavrum, ağla!” dedi. Sustu. Ne vakit o halde kaldılar kimse bilmedi. Tuttu kollarından ayağa kaldırdı sonra genç kadını.

“Gel yavrum” dedi. “Üşümüşsün.”

Yolun karşısına geçtiler. İki yanı fındık ağaçlarıyla dolu taş döşeli patikadan yukarı köye yollandılar. Eve geldiklerinde yaşlı kadın, üzerini değiştirmesi için giysi verdi genç kadına. Ocağı yaktı. Yemek hazırladı. Hiçbir şey sormadı. Hiç konuşmadılar. Sözün zamanını bulmasını bekliyorlardı. Kimse bilmez ne kadar vakit geçti. Söz zamanını buldu.

Genç kadının yaşlı kadına anlattığıdır:

“Kim olduğumu bilmiyorum ben. Elbet benim de bir anam, bir babam vardı herkes gibi. -Allah rahmet eylesin.- Herkesin adı gibi adları vardı. Herkesin köyü gibi bir köyümüz vardı bizimde. Orada doğdum, orada büyüdüm ben. Oradan gelin oldum telli duvaklı. Köyümüzde hiç akrabamız yoktur bizim. Sonradan gelip yerleşmiş bizimkiler oraya. Hiç konuşmazdı babam bu konuda. Nerden geldiklerini de bilmezdim, niye geldiklerini de. Benim bilemediklerimi bilirmiş birileri meğer. Meğer köyümüz herkesin köyü gibi değilmiş bizim. Adımız herkesin adı gibi değilmiş. Ben bilmezdim. Bilen birileri varmış meğer. Gelip söylemişler kocama da. “Gavurun kızını beslersin koynunda” demişler. “Yola gelmeyenlerin soyundan senin karın” demişler. Arada kalmışlardanmış bizimkiler. Hemşin’in kaçaklarındanmış bizimkiler. Ne kalabilmişler. Ne de gidebilmişler karşı kıyılara. Adlarını saklamışlar, köylerini saklamışlar. Ben bilmezdim. Bilirmiş birileri meğer. Kovdular evimden beni. Evim yok benim. Kimsem yok. Karadeniz’ in kıyılarına vurdular beni. Benim yerim deli deniz.”

Yaşlı kadının genç kadına anlattığıdır:

“Sen benim beklediğim işaretsin. Biz lanetlendik yavrum. Karadeniz sindiremedi takaların yükünü. Lanetledi bizi. Olacak şey değildi takaların yüklü gitmesi deli denize. İnsan yüklüydü takalar yavrum. Balık istifi insan yüklü. Adları bize benzemeyen insan yüklü takalar açıldı Karadeniz’ e. Çığlık yüklüydü takalar. Kadın çığlığı, çocuk çığlığı yüklüydü takalar. Kudurdu deniz. “Yapmayın.” dedi. Dövdü kıyıları. “Yapmayın” dedi. Yaptılar. Balık dolu dönen takalar boş döndü geriye. Yıllarca bize verdiklerine karşılık insan verdik denize. Kirlendi deli deniz. Sindiremedi takaların yükünü. Lanetledi bizi yavrum. Takaların reisi benim adamdı yavrum. Yaman denizciydi. Bereketini esirgemezdi deniz ondan. Karadeniz sevdalısıydı onun. Konuşurdu onunla. Anlaşırdı kendi dilince. Takaların yükünü boşalttıktan sonra deniz küstü. Konuşmadı bir daha. Balık vermedi bir daha. O lanet gününden sonra hep boş döndü denizden. Sonunda içinin kıyılarını dövmeye başladı deniz gibi. Delirdi. Denize çıkamadı bir daha. Kıyısına varamadı. Denizi görmeden öldü sonunda. Laneti miras bırakıp öldü. Oğlumda babası gibi denizci oldu delikanlı çağında. Ne ettimse vazgeçiremedim sevdasından. Haftasına varmadı delirdi. Varamadı kıyısına bir daha denizin. İşte o günden beridir her sabah gelir otururum Karadeniz kıyısına. Yalvarır dururum deli denize. Adaklar adadım. Kurbanlar verdim. Dualar okudum. Kaldırmadı lanetini üzerimizden. Şimdi yavrum delikanlı çağında torunum lanetin kıyısında. Seni Karadeniz gönderdi yavrum. Laneti sen kaldıracaksın.”

Yaşlı kadın torunuyla genç kadını evlendirdi. Ona kendisininkine benzemeyen bir ad verdi.

Mahir Özkan

HEMŞİNLİ ERMENİLER KİMDİR ? / Haygazun Alvertsyan


Hemşinli Ermeniler, 1890 yıllarına kadar genelde Türkiye’nin Samsun kentinden Batum’a kadar olan geniş sahil bölgelerinde ikamet etmişlerdir. Tarihçi Ğevond’un verilerine göre, 788 yılında Büyük Hayk’taki Kotayk ve Aragatsotn nahiyelerinden 12. 000 kişi, Arap egemenlerin baskılarına direnemeyip Abas Amatuni ve oğlu Hamam Payazat önderliğinde Ermenistan’ı terk ederek Bizans İmparatorluğunun bir parçası olan Pontos’a yerleşirler. Pontos’ta Ermeniler eskiden beri ikamet etmişlerdir. Daha sonraki yüzyıllarda nüfusları, politik ve ekonomik baskılar yüzünden Ermenistan’ın çeşitli nahiyelerinden göç edenlerle artmıştır.
Bizans imparatoru Konstantin, Ermenileri hoşnutlukla karşılayıp verimli topraklara yerleştirdi ve Ermeni prenslere bir süre sonra savaşta yıkılacak Tambur şehrini hediye etti. Hamam Amatuni bu şehri yeniden kurdu ve kendi ismiyle Hamamşen olarak (daha sonra da Hamşen - Hemşin) adlandırdı.
Hamam Amatuni’nin kurduğu prenslik tam yedi yüzyıl sonra 1489'da yıkıldı. Hemşin'in başlangıçta Bizans, daha sonra 13. yüzyılda Pontos İmparatorluk bünyesinde yarı bağımsız bir statüsü vardı. Osmanlıların, kurulduktan kısa süre sonra Ermenilere ve imparatorluğun diğer Hıristiyan unsurlarına gösterdiği dini ve etnik hoşgörüsüzlük, sık sık savaşlara sebep olmuştur. Yeterince güçlü ve halkı cesur olmasına rağmen, Hemşin Prensliğinin Osmanlı gibi büyük bir imparatorluğun birkaç yüzyıllık baskı ve tehdidine direnemeyeceği açıktı.
Hemşinli Ermenilerin direniş tarihi sayısız kahramanlıklarla doludur. Fakat sonunda mağlup olmaları, İslamlaştırılmaları ve katliama uğramaları kaçınılmaz olmuştur. Bu politika 18. yy. başlarında kararlı bir safhaya girdiğinde, Hemşinli Ermeniler katliamlardan kaçıp Karadeniz sahilleri boyunca yayıldılar. Ancak İslamlaştırılanlar daha sonraki baskı ve katliam dalgalarından kurtulabildiler.
Asimilasyona karşı direnişin en güçlü araçları; dil, din, kültür ve törenlerin korunması ve karışık evliliklerden kaçınılmasıydı. Hemşinli Ermeniler bu konularda çok titizdiler. Türk makamları Ermenice konuşanları büyük cezalara çarptırmış, hatta dillerinin kesildiği bile olmuştur. Bu güçlü direniş ve Ermenilerin bazı yerlerde bir yüzyıl sonra bile ayaklanıp dinlerine döndükleri hakkında veriler vardır. “Pontos Tarihi” adlı eserin yazarı M.Bıjışkyan, 19. yüzyıl başlarında bu yöreleri ziyaret etmiş ve İslamlaştırılmış Ermeniler hakkında şunları yazmıştır: “Hemşinliler yarı yarıya’dır (yarı Hıristiyan, yarı İslam), çoğu dinini değiştirmiştir, fakat Hıristiyan törelerini koruyup kiliseye giderek zekat vermekten kaçınmazlar, hemen hemen hepsi Vartavar ve Verapohum zamanında kiliseye gidip mum yakar, atalarının ruhu için kurban keserler. Hıristiyanlığı bilen ihtiyarlar da vardır, haça saygı gösterir, kiliselere gizlice zekat verirler.”
Benzeri ifadeler yabancı kaynaklarda da vardır. Amerikalı Protestan misyonerlerden Smith ve Dwite, yöreye yaptıkları seyahatten edindikleri izlenimleri 1831 yılında Londra’da, daha sonra 1833 yılında Boston’da yayınlamışlardır. Bu misyonerler seyahat notlarında şunları yazmışlardır:“Ermeniler arasında bir kısmı Müslüman’dır, yaşadıkları bölgeye Hemşin denir. Katolik bir Ermeni olan Trabzonlu muhatabımız, 70- 80 köyde ikamet eden 3- 4 bin Ermeni aile bulunduğunu söyledi. Çoğu yaklaşık 200 sene evvel Müslüman olmuş, fakat onlar bile günümüzde Ermenice konuşurlar, kadınların çoğu başka dil bilmez.”
Sürekli baskı, zorbalık ve takibata rağmen Hemşinli Ermenilerin yarı bağımsız yaşantısı uzun süre devam eder. 19. yüzyılda Hemşin’de seyahat eden K.Koch’un yazdıklarını temel alan H.Taşyan, “Böylesine zor erişilir dağlarda yarı bağımsız yaşamak kolay, Osmanlı döneminde de durum böyle imiş, Koch’un (1840 yıllarında gerçekleştirdiği) seyahatine kadar bu durum aynen devam etmiş” diye yazar.
Bir çağdaşa göre, bu yarı bağımsız yaşantının sebebi tüm Hemşinli Ermenilerin “oğullarının askere yazılması”: “Onlara komuta eden Ermeni bir prens var, hiç kimseden korkuları yok, derebeyine karşı savaşan çok güçlü insanlar” (M.Bıjışkyan).
Trabzon vilayetinde 1915 yılına kadar uzanan verilere göre, Hıristiyan Ermenilerin sayısı 100 binden fazla, İslamlaştırılanların sayısı ise daha fazlaydı. Müslüman Ermeniler, dinlerinden ve kiliseden uzaklaştıkları halde ulusal bilinçlerini korumakta ve çoğu Ermenice konuşmaktaydı. Hatta Ermeni olduklarını söyleyip kendilerine Hemşil demekteydiler. İkamet merkezlerinin ve diğer yerlerin birçoğunun adı da Ermeniceydi.
1860 -70 yıllarında Hıristiyan Hemşinli Ermenilerin Yekaterinodar (Krasnodar) vilayeti ve Abhazya başta olmak üzere Rus İmparatorluğunun sahil bölgelerine göçü başlamıştır. 1890’lı yılların katliamlarında ve özellikle 1915 soykırımından sonra hayatta kalan Hıristiyan Hemşinli Ermeni grupları Rusya, Abhazya ve Avrupa’nın birçok ülkesinde olduğu gibi Ermenistan’da da barınak bulmuştur.
Ermenice konuştukları için, soykırım kurbanları arasında bazı Müslüman Ermeniler de yer almıştır.
Hemşinli Ermeniler; ikamet yerleri, mezhepleri ve dillerine göre bugün üç temel gruba ayrılmaktadır (Bert Wooks):
a) Batı Hemşinli Ermeniler: Türkiye’nin Samsun, Ordu, Giresun, Trabzon ve Rize vilayetlerinde oturmaktadırlar, dilleri Türkçedir, sünni Müslümandırlar.
b) Doğu Hemşinli Ermeniler: Hopa ve yöresindeki 30 köy başta olmak üzere (kısmen de Borçka) Artvin vilayetinde ikamet etmektedirler, dilleri Ermenicedir (Hemşin lehçesi), sünni Müslümandırlar.
c) Kuzey Hemşinli Ermeniler: Abhazya ve Rusya’nın Krasnodar bölgesinde ikamet etmektedirler, Hemşin lehçesi ve Ordu, Canik, Trabzon ağzıyla konuşmakta, Rusça bilmektedirler. Büyük bir kısmı Doğu Ermenicesini de konuşabilmektedir, Hıristiyan olup Ermeni Apostolik kilisesine bağlıdırlar.
Hemşinli Ermeni toplulukları, Amerika ve Avrupa’nın bazı ülkelerinde de vardır. Son yıllarda Türkiye’den göç etmiş Müslüman Hemşinli Ermeniler (Hemşil), en büyüğü Almanya’da olmak üzere Avrupa ülkelerinde yeni topluluklar oluşturmaktadırlar.
Kendi tarihi yerleşim bölgelerinin dışında birçok Hemşinli Ermeni İzmit yöresi, Erzurum, Ankara, İzmir, İstanbul gibi Türkiye’nin çeşitli şehirlerinde ikamet etmektedir.
Müslüman Hemşinli Ermeniler kendilerine Hemşil (Hemşinli) demekte, bu isim Türkler ve diğer uluslar tarafından da kullanılmaktadır. İlginç olan şu ki, dinlerini, bir kısmı ise dillerini bile yitirdikleri halde ulusal bilinçlerini koruyup Türkleşmediler, hatta Türkleri bile kendilerine Hemşinli diye hitap ettirmeyi başardılar.
Hemşinli Ermenilerin sayısı hakkındaki veriler: Bu konu hakkında araştırmacılar tarafından çeşitli görüşler öne sürülmüştür. Elbette bunların hiçbiri somut nüfusu temel olarak alamaz. Yukarıda görüldüğü gibi, Hemşinli Ermenilerin yerleşim yerleri, mezhep ve dil açısından çeşitli gruplara bölünmüş olmaları durumu daha da zorlaştırmaktadır. Zaten araştırmacılar da genelde sadece dil, folklor ve din değiştirme gibi konuları incelemişlerdir, çünkü Türk makamları konunun araştırılmasını hoş karşılamamıştır.
Değişik araştırmacılar çeşitli rakamlar sunmaktadır. Bu birkaç on bin ila 1,5- 2 milyon arasında değişmektedir. 25- 40 bin rakamını kabul edenler, sadece Hopa yöresindeki Ermenice konuşan Hemşinli Ermenileri kastetmektedir. Oysa Aliye Altı’ya göre, Türkiye’de bir milyondan fazla İslamlaşmış Ermeni vardır. Bu rakam gerçek gibi görünüyor.
Hemşiller Orta Asya ve Rusya’da da yerleşmişlerdir. Bunların toplam sayısı 5 bin kadardır. Bu gruptaki hemen hemen herkes ana lehçesini kullanmaktadır.
Abhazya’da ikamet eden Hemşinli Ermenilerin sayısı 1992- 1993 yıllarındaki Gürcü-Abhaz savaşından sonra 25 bin azalarak 65- 70 bine düşmüştür. Göç edenler Rusya’ya yerleşmişlerdir.
Rusya’daki Hemşinli Ermenilerin sayısı hakkında bir fikir vermek epeyce zordur, değişik hesaplara göre bu sayı 300- 400 bin civarındadır.
Ermenistan’da, bazı verilere göre 4.000- 5.000 Hemşinli Ermeni vardır.
Soykırımdan sonra Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde ve ABD’deki Hemşinli Ermenilerin yerleşimi hakkında bazı veriler varsa da bunlar araştırılmış değildir.
Bu verilere göre, Hemşinli Ermenilerin toplam sayısı yaklaşık 1,5 milyon kadardır. Bu rakam elbette gerçek durumu yansıtmaz, ne kadar abartılmış olsa da, hem Müslüman hem de Hıristiyan Ermenilerden oluşan yoğun bir kitle olduğu açıktır. Belki de Hemşin bilimin başka alanlarında, Hemşinli Ermenilerin sayısı ve coğrafyası üzerine ciddi araştırmalar yapılması gerekiyor.
Hemşin bilimi hakkında kısa bir bilgi: Hemşiller büyük ölçüde Türk kültürünün etkisi altında bulunmalarına rağmen, esas itibariyle milli törenlerini, adetlerini, şarkılarını, müziklerini, danslarını, güncel yaşamın birçok özelliğini ve ana lehçelerini korumuşlardır. Ayrıca karışık evliliklerden ve yabancı mezarlıklara defnedilmekten kaçınmaktadırlar. İslam’dan Hıristiyanlığa dönmüş ve atalarının soy ismini yeniden almış olan yazar Tigran Kostanyan,“Memleketimiz Rize’de birçok insan Ermeni olduğumuzu bilirdi. Bizim Türklerin yanında hiç mezarlığımız yoktu, cenazelerimizi bahçelerimizde toprağa verirdik” demektedir. (Ditak, 2002, Mart-Nisan)
Hemşin’de ulusal bilinci koruma çabasının enteresan ve kendine özgü çeşitleri var:
a) Anadili (lehçeyi) koruma. Türkçe konuşan (Batı) Hemşinli Ermenilerin bir kısmı bile Hemşin lehçesini bilir, Doğu (Artvin vilayeti) Hemşinli Ermeniler ise esas itibariyle ana lehçelerini korumuşlardır.
b) Adetler, törenler, folklor, türküler ve danslar, çalgılar, giyim vs. büyük oranda korunmuştur. Çok dikkat çekici bir durum da, tüm Müslüman Ermenilerin (hem Ermenice konuşan, hem de Türkçe konuşan Hemşiller) her yıl Temmuz ayının 15- 22’sinde Rize vilayetinin Çamlıhemşin kasabasında Vartavar (Vartivor) kutlamalarıdır. Anlaşılır sebeplerle dini tören yok olmuş, milli müziğin, dansın ve geleneklerin tiyatrolaşmış bir bayramına dönüşmüştür. (Şarkıların bir kısmı Türkçedir, fakat Hopa Ermenileri Ermenice şarkları da korumuştur).
Daha birçok soru araştırmacıları beklemektedir. Örneğin, son 2- 3 yüzyıl zarfında İslamlaştırılmış Hemşinli Ermenilerin (Hemşiller), etno-kültürel hangi yabancı etkiler altında kaldıkları, neleri kaybedip neleri koruyabildikleri vs.
Bu sorunlar (ve genel olarak Pontus Ermenileri), 19 yy. ve 20 yy. başında Ermeni biliminde büyük ilgi görmüş, Ermeni ve yabancı yazarlarca (S. Haykuni, N. Khştyan, B. Güleseryan, P. Tumayants, V. Daşyan, M. Bıjışkyan, Ğ. İncicyan, N. Mar, N. Derjavin, P. Korolenko, S. Mintslov, K. Koch ) birçok eser yayımlanmıştır. Son 50- 60 yılda bu ilgi azaldı ve o dönemden sadece birkaç isim kaldı belleklerde: Hr. Açaryan, L. Melikset-Bek, C. Dumezil gibi.
1970’li yıllardan beri Hemşin biliminde bazı olumlu gelişmeler kaydedilmiştir. Milli azınlıklara karşı artan ilgi Hemşinli Ermenileri de kapsadı. Ermeni, Rus, Alman, Hollandalı, Amerikalı, Türk, Gürcü ve başka uzmanlar (L. Khaçikyan, B. Torlakyan, V. Bıdoyan, S. Vardanyan, A. Ter-Sargisyants, J. Khaçaturyan, H. Simonyan, C. Dumezil, J. Russel, J. Weitenberg, W. Blessing, R. Edwards, B. Wooks, İ. Kuznetsov, M. Sakaoğlu, Ts. Batsaşi, İ. Şilkadze) son 20- 30 yılda Hemşin ve Hemşinli Ermenilerin tarihi, etnografyası, lehçesi, mezhebi, kültürü, giyimi vs. hakkında bir dizi araştırma yapmışlardır.
Son yıllarda bu sorunla ilgilenenlerin sayısı giderek artmaktadır. Aralarında Hemşil asıllı araştırmacıların bulunması ise memnuniyet vericidir. Bunlardan birini hatırlayalım: Aliya Altı, Rize’de doğup büyümüş, Frankfurt Üniversitesi’nde öğrenim görmüştür. Vaftiz edildikten sonra atalarının Kostanyan (Alis Kostanyan) soyadını almıştır. Müslüman Ermeniler hakkında değerli bir eseri Almanca olarak yayımlanmış ve Yunancaya da tercüme edilmiştir.
Her ne kadar Abhazya ve Rusya’da ikamet eden Kuzey Hemşinli Ermeniler; tarih, dil, ve din bilinçleriyle Ermeni kimliği taşıyan Ermeni halkının diğer gruplarından bir etno kültürel toplum parçası olarak farklı değillerse de, İslamlaştırılmış Hemşinli Ermenilerin durumu daha farklıdır. Aliye Altı bu durumu“Hemşinli Ermeniler özel bir durgunluk dönemi geçirmektedir. Burada kültürlerin birbirileriyle olan serbest etkileşimi engellenmiştir, bunun tetiklenmesi ve teşvik edilmesi için zamana ihtiyaç var” diyerek epey isabetli bir yorum yapmıştır.
Hemşinli Ermeniler, en önemli değerlerini koruyan kültürlerini canlandırabilmek için, Hemşin simge ve törenleriyle maneviyatlarını sağlamlaştırmaya ve birlik şuurunu güçlendirmeye karar verdiler. Bu simgeler, isteseler de istemeseler de gerçeği yansıtmanın ve dünyayı algılamanın önemli unsurlarıdır.
Suskunların ağzından çıkan sözler şiddetli bir enerji kaynağıdır. Bu enerji vasıtasıyla hayatımıza, bilime, doğaya ve tüm uzaya anlam vermekteyiz. Sözün gücü sayesinde iç ve dış korkularımızdan ve şiddetten kurtulabilir veya kendimizi köleliğe mahkum edebiliriz. Sözler, tüm bilimsel dallar tarafından oluşturulan insan bilincinin temel taşlarıdır.

7 Kasım 2010 Pazar

AKA-DER DE HEMŞİN ETKİNLİĞİ



Anadolu Kültür Araştırma Derneği Kızılay Şube Kültür ve Tarih Komisyonu 30 Ekim Cumartesi günü dernek binasında bir Hemşin etkinliği gerçekleştirdi. Komisyonun deyişiyle: “Etkinlik hem Hemşin halkını daha yakından tanımak hem de halkların kendi kültürlerine sahip çıkma çabalarına destek olma sorumluluğuyla gerçekleştirildi.” Etkinliğin her yönüyle Hemşin kültürünü bir parça tanıtması hedeflenmişti. Etkinlik halkın giydiği kıyafetler, kullandıkları kap kacaklar, yemekleri ve fotoğrafların gösterildiği serginin gezilmesiyle başladı.

Daha sonra saat 18 de panele geçildi.

Panelde ilk olarak dernek yetkilisi ve panel moderatörü Nursel Güvendir böyle bir etkinliğe neden ihtiyaç duyduklarını şu sözlerle açıkladı: “Yüzyıllardır bir çok farklı kültüre ev sahipliği yapan Anadolu da , yok sayılan , inkar edilen, birbirine düşürülen, gerektiğinde ise katledilen halkların, en birincil hakları olan inkara karşı gelme haklarına destek olmak, kültürlerini yaşatabilmelerine katkıda bulunmak gerektiğine inanıyor ve her türlü asimilasyon ve tek tipleştirilmeye karşı birlik ve beraberlik duygularının geliştirilebilmesi için, halkların tarihlerinin ve kültürlerinin araştırılması gerektiğini düşünüyoruz. Bu anlamıyla Karadeniz ‘deki kültürel zenginlik birçok açıdan önemli ve dikkat çekicidir.” Panel moderatörü Nursel Güvendir daha sonra: Karadeniz denilince akla ilk gelen halk genelde Lazlardır. Fakat Lazlarda, sadece farklı bir şiveyle konuşan, esprili neşeli insanlar olarak tanınırlar. Farklı bir dilleri farklı kültürel değerleri olduğu pek bilinmez. Oysaki Karadenizde çok iyi tanınmayan Lazlarla beraber Gürcüler, Rumlar, Pontuslar, Hemşinliler vb. bir arada yaşarlar. Bu halkların hepsinin de ayrı birer dilleri ve farklı kültürel yapıları vardır.”dedi.

Konuşmacılardan ilk söz alan Hopa’ da yayımlanan Biryaşam dergisinin genel yayın yönetmeni Cemil Aksu oldu. Cemil Aksu Hemşinlilerle ilgili yapılmış araştırmalar ve yazılı kaynakların neler olduğunu anlattı ve bu araştırmaların ve kaynakların oldukça sınırlı olduğuna vurgu yaptı. Kaynaklar içinde bazılarının resmi tarih tezini savunduğunu belirten Aksu, “güvenilir kaynak sıkıntısı” olduğunu belirtti. Hemşin tarihi ile ilgili araştırmalar içinde Levon Haçikyan’ ın yazdığı ‘Hemşin Gizemi’ adlı kitabın özel bir önemi olduğunu belirten Cemil Aksu, konuyla ilgili Hemşinlilerin kendilerinin araştırmalar yapması gerektiğini, özellikle sözlü tarih çalışmalarının çok önemli olduğunu vurguladı. Bu etkinliği Hemşinlilerin değil de sosyalist bir kuruluşun yapmış olmasının da çok önemli olduğunu vurgulayan Aksu: “Hemşinliler içinde kimliklerine sahip çıkma eğiliminin sosyalist kimlikli insanlarda daha güçlü” olduğunu belirtti. Çalışmalarının Halkların kardeşliği zemininde olması gerektiğini milliyetçiliğe asla prim vermemek gerektiğini belirten Aksu dan sonra Mahir Özkan söz aldı.

Mahir Özkan, Hemşin bölgesinin tarihsel olarak nereleri kapsadığını, Hemşin tarihinin resmi ve gayri resmi versiyonlarını anlatarak başladığı konuşmasında: “Fahrettin Kırzıoğlu’ nun önceden sonuçları belirlenmiş araştırmalarının bilimsel nitelikten yoksun olduklarını ve resmi tezi savunan herkesin ona sarıldığını” belirtti. K. Koch’ un seyahatnamesinin çevirisinden de söz eden Özkan, bu çeviri de bazı tahrifatların yapıldığını Rudiger Benighause’ un tespit ettiğini belirtti. Daha sonra Hemşinlilerin bugünkü durumu hakkında bilgiler veren Özkan: “Hemşinlilerin üç grupta toplandığını bu grupların, doğu Hemşinliler, batı Hemşinliler ve kuzey Hemşinliler olduğunu belirtti. Daha sonra bu grupların coğrafi dağılımlarından söz ederek, Doğu Hemşinlileri, hemşince konuşan Müslüman, batı Hemşinlileri Türkçe konuşan ancak dillerinin içinde beş yüz den fazla hemşince kelimeyi korumuş Müslüman, kuzey Hemşinlileri ise hemşince konuşan ve hristiyan topluluklar olarak tanımladı. Konuşmasının son bölümünde Hemşin dili hakkında bilgi veren Mahir Özkan: “Hemşin dili ile ilgili bugüne kadar yapılmış araştırmaların bu dilin açıkça Ermenicenin bir lehçesi olduğunu gösterdiğini” belirtti.

Mahir Özkan dan sonra söz alan Uğur Biryol, Hopa Hemşin ve Çamlıhemşin arasındaki farklardan Hemşinlilerin ekonomik yapılarından ve pastacılık geçmişlerinden söz ederek, dilin Çamlıhemşin’ de kaybedilmiş olmasına rağmen güçlü

bir kimlik bilincinin varlığını koruduğunu” belirtti. Hopa Hemşinlileriyle kopmuş olan bağların son zamanlarda tekrar kurulmasının sevindirici olduğunu belirten Biryol, kendisini dil haricinde, sevinçler, coşkular, halk oyunları, ezgiler vb. açısından baktığında Hopa Hemşinden farklı hissetmediğini belirtti.

Son olarak söz alan Harun Aksu ise kendi kültürüyle ilgili derlemeler yapmaya nasıl ve neden başladığını anlattı. İlkokula gidene kadar Türkçe bilmediğini belirten Aksu okulda Türkleştiğini, şimdi yaptığı çalışmaların sonucu olarak Hemşinlileştiğini belirtti. İlerde ne olacağımı da bilemem diyen Harun Aksu: “Ermeni olma ihtimalinin Hemşinlilerde yarattığı korku kültürünün sonucu olarak kimlik inkarının geliştiğini vurguladı. Konuşmasının kalan bölümünde Hemşin geleneklerine ve batıl inançlarına ait örnekler vererek bir çok kişinin daha önce beklide hiç duymadıkları bir kültürü tanımalarına yardımcı oldu.

Soru cevap bölümünde özellikle Pazar Hemşin’den olduğunu belirten bir dinleyicinin Ermeni olma ihtimali yüzünden artık korkmamak gerektiğini söylemesi ve kendi kimliğinin ne olduğunu hiçbir önyargıya sahip olmadan gerçekten merak ettiğini belirtmesi çok anlamlıydı.

Panel, Bekir Kilerci’nin Kimlik Kartı Şiirinin son kıtasının okunmasıyla son buldu. “ Ve karanlıklar senaryosunu parçaladığımızda / bütün şarkılarda/ kendi dilinde / şu nakarat dillenir/ BÜTÜN HALKLAR KARDEŞTİR”

Panelin ardından Harun Aksunun kavalla Hemşin ezgileri dinletisi ve Hemşinli olsun olmasın konukların tulum eşliğinde horon oynaması etkinliğe renk kattı.