Geçmişten geleceğe....

2 Ocak 2017 Pazartesi

100 Yıl Önce 100 Yıl Sonra: Değişenler, Değişmeyenler



Hemşinlilerin tarihine ilişkin kaynakları araştırırken karşılaştığım isimlerden biri olan Nikolay Marr’ın Lazistan seyahati notları, ‘Lazistan’a Yolculuk’ adıyla Aras Yayıncılık tarafından yayınlandı. Bu önemli eserin yayınlanmış olması benim için ayrı bir mutluluk oldu. Marr’ın seyahat notlarında Hemşinlilere ilişkin ufak tefek de olsa bilgiler olduğu, birçok makalede belirtiliyordu. Hemşin tarihi çalışmalarında en küçük bilgi kırıntılarına bile ihtiyaç duyduğumuz için bu eseri incelemem gerektiğine karar vermiştim. Türkçe’de olmayan bu esere nasıl ulaşacağımı düşünürken eserin kendisi ile karşılaşmak apayrı bir mutluluk oldu. Bunun için eseri Türkçe’ye kazandıran Aras Yayınları’na ve çevirmen Yulva Muhurcişi’ye şimdiden teşekkürlerimi sunuyorum.

Nikolay Marr kimdir?

Nikolay Marr, Karadeniz ve Kafkasya halklarının dil, tarih ve kültürleri üzerine çalışmalar yapan araştırmacıların yabancısı olmadığı bir isim. 1864 Gürcistan doğumlu olan Marr, İskoç bir baba ve Gürcü bir annenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş, eğitimini ise St. Petersburg Devlet Üniversitesi’nde tamamlamış çok yönlü bir bilim insanı. Armenoloji, Kartveloloji, Farsoloji ve klasik filoloji uzmanı olan Marr, bir dönem Sovyet devleti tarafından da desteklenen ancak 1950’ lerde bizzat Stalin tarafından eleştirilen ‘Yeni Dil Öğretisi’ adlı kuramın sahibi.
Marr’ın çalışmalarının önemli bir bölümü Armenoloji alanındadır. 1915-1916 yıllarında Hovsep Orbeli’yle birlikte Van’da Urartulara ait çiviyazılarını araştırdı. Ani, Şiragavank, Dvin, Zvarnots ve Garni’de kazılar gerçekleştirdi. Özellikle Ani kazıları Ermeni kültürü açısından eşsiz değere sahip sonuçlar ortaya çıkardı. Marr’ın çalışmaları Ortaçağ Ermeni tarihinin aydınlatılmasını sağlamaya yardımcı olmakla kalmadı, Ermenistan’da akademinin temellerinin atılmasına da büyük katkıda bulundu. Ermeni Edebiyatı alanında da çalışan Marr’ın 1903’te yayınlanan ‘Eski Ermeni Dili Grameri: Etimoloji’ ve 1934’te yayınlanan ‘Ani: Edebi Kaynaklara ve Kadim Kentte Yürütülen Kazılara Göre Şehrin Bir Tarihi’ önemli eserleri arasında sayılabilirler.

Kafkas dilleri uzmanı diyebileceğimiz Marr, Laz dili üzerine de çalışmalar yapmıştır. Laz dili üzerine çalışmaları kapsamında Lazistan’a bir seyahat gerçekleştirmiş ve bu seyahat sonucunda 1910 yılında ‘Sözlüklü Çan (Laz ) Dili Grameri’ adlı eserini yayınlamıştır. Laz dili üzerine veri toplamak için çıktığı seyahatin notlarını ise İmparatorluk Bilimler Akademisi Bülteni’nin 1910 yılında yayınlanan 7. ve 8. sayılarında ‘Türkiye Lazistanı’na Yolculuk’ başlığıyla yayınlamıştır. Notlar, Marr’ın rotasını ve yolculuk sırasında karşılaştıklarını anlattığı ‘Yolculuk’, Laz yerleşim yerlerini ve coğrafyasını tanıttığı ‘Bölge’ ile Laz dili, kültürü ve halkların yaşamlarına ilişkin bilgiler verdiği ‘Nüfus ve Yaşam’ adlı üç bölümden oluşuyor. Kitapta Nikolay Marr’ın Ani kazılarına ilişkin de küçük bir ek bölüm bulunuyor.

 Herkes “Hain” Herkes “Ajan”

Kitabın ilk bölümünde karşılaştığı zorluklardan söz ediyor Marr. Üzerinde en çok durduğu zorluk, doğal ve lojistik zorluklar değil maalesef. Bazen fotoğraf çekmekte, soru sormakta zorlanıyorlar, kendileri sorgulandığı için. “Her türlü sorumuz yanlış yorumlanıyor, çektiğimiz her fotoğraf şüphe uyandırıyordu”(s.58). Şüphelerin ne yönde olduğuna ilişkin yazılanları okuyunca bazı şeylerin hiç değişmediği duygusuna kapılıyor insan. “Savaş için topografik planlar hazırlamak üzere buraya geldiğimizden ve tebdili kıyafet dolaşan askeri casuslar olduğumuzdan şüphelendiler… bize inanmadıklarını söylediler ve tehditkar bir şekilde ne zaman çekip gideceğimizi sordular. Tihonov’un (yardımcısı) Rus değil Yahudi olduğu yönünde sataşmalarda bulundular.”(s.33) Şüphelerin ortadan kalkması için tüm çalışmalarını herkesin gözü önünde yapmasının da şüpheleri gidermeye yetmediğini de ekliyor Marr. Maalesef buna benzer şeyleri bugün de yaşıyoruz. Geçtiğimiz yıllarda Hemşin dili ve kültürü üzerine çalışmalar yapan Türkolog Lusine Sahakyan bölgeyi ziyaret etmiş, bu gezisinin sonucunda bir Hemşin belgeseli ve Hemşin yer adlarına dair bir kitap yayınlamıştı. Bu yayınlardan sonra kendisine ve bölgede ona yardımcı olan kişilere yönelik sosyal medyada ve çeşitli platformlarda 100 yıl öncesine benzer suçlamalarla karşılaşmıştık.

En Temiz Lazca’yı Kadınlar Konuşuyor

100 yıldır değişmeyen başka bazı şeylerin ipuçlarını da veriyor kitap. En temiz Lazca’yı kadınların konuştuğunu belirtiyor Marr. Bugün de kadınlar dilin gelecek kuşaklara taşınmasını sağlıyorlar. Ancak günümüz koşullarında artık sadece sözlü olarak dili taşımanın çok zor olduğunu ve çok daha hızlı bir şekilde yitirildiğini de unutmamak gerekiyor. Laz dilinin yitirilmesine neden olan unsurlar arasında bugün de geçerli olan başka bir olgu da büyük şehirlere ve liman şehirlerine doğru yaşanan göç sayılıyor. Dilin unutulmasına ilişkin baskıların daha çok Cumhuriyet dönemi ile ilişkilendirildiği günümüzde aslında diller üzerindeki baskıların daha önceki dönemlerden başladığını gösteren bilgiler veriyor Marr. “Hopa’da Laz alfabesini oluşturmaya çalıştığı için Abdülhamit rejiminin baskısından hayli muzdarip olmuş Faik Efendi ile tanıştım. Hapse gönderilmiş, evi aranmış ve tüm çalışmaları, kitapları yakılmış.”(s.102) Türkiye’deki Müslüman azınlıkların asimilasyonunda en önemli araçlardan biri de din olmuştur. Bugün de insanlar Müslüman ortak paydası üzerinden Türkleştirme politikalarına maruz bırakılıyorlar. Dinin o günlerde de benzer bir işlev gördüğünü şu satırlardan takip edebiliyoruz: “Lazların ulusal kazanımlarını her şeyden çok İslam yok ediyor. Ulemalar Lazları, yeryüzünde sadece 300 yıllık bir geçmişe sahip olduklarına inandırmayı başarmış. Dahası Lazlar, Lazistan sınırları içindeki Hıristiyan yapılarının da Megrellere ait olduklarına inanmaktalar. Lazistan’da mollaların çokluğu göze çarpanlar arasında. Lazlar da mollaların sayısındaki artışın farkında. Rusya’ya (Kafkasya’nın batısına) ve Türkiye’nin diğer bölgelerine gönderilecek mollalar Lazistan’da yetiştiriliyor.”(104)

Lazların kendi dillerine ilişkin tutumlarının da dilin kaybedilmesinde önemli etkenlerden biri olduğunu belirtmek gerekir. 100 yıl önce de bugün olduğu gibi halkın belli bir kesiminde kendi dillerine ilişkin tutumun maalesef olumsuz olduğu anlaşılıyor. Eğitim ve kentleşme ile birlikte anadili geriliğe ve köylülüğe ait bir unsur gibi algılama eğilimi o dönemlerde de varmış. Ay adlarını sorduğu bir Laz’ın, Lazca cevap vermemesi üzerine ona Lazca ay adlarını saymaya başlayan Marr’a söylediği şu sözler durumu anlatıyor aslında: “Eh, bunlar çok eskide kaldı. Bunları sadece kadınlar bilir!”
Kitapta ortaya konan yaşamın bugünlerden farklı bir yanı var. Bugünkü ile kıyaslanamayacak renklilikte bir günlük yaşam. Lazistan’ın küçücük bir kasabasında anadilleri ve Türkçe’nin yanısıra pastacılık yaptığı Rusya’da öğrendiği Rusçayı konuşan Hemşinli ve Lazlar, Gürcüler, Rumlar, Ermeniler, Kürtler ve Çingenelere rastlamak mümkün. Bugün maalesef bu dillerin bir kısmı hiç duyulmaz olmuş bir kısmının ise sesi çok fena kısılmış durumda.

Hiç Umut Yok mu?


Aslında bütün bunlara rağmen umut elbette var. Birçok şekilde anlatılabilir neden umutlu olmamız gerektiği. Ama ben sadece kitabın çevirmeninin ismine dikkat çekmeyi tercih ediyorum: İstanbul Üniversitesi Rus Dili ve Edebiyatı Araştırma görevlisi Yulva Muhurcişi. Resmen anadili Lazca ad ve soy ad kullanan genç bir akademisyen.