Neden Ermeni Köy Edebiyatı?
Hemşin Ermenicesi benim ana
dilim. Ben iki dilli büyüdüm. Okula gitmeden önce hem Hemşin Ermenicesi hem de
Türkçe biliyordum. Aslında ailem öğrenmemi pek istememişti. Bunun görünür
nedeni Türkçemin bozulması korkusu idi. Ama ben daha sonraki yıllarda Türkçe
korkusunun başka korkularla ne kadar akraba olduğunu öğrenecektim. Ailemin öğrenmemi pek istememesine rağmen Hemşin Ermenicesi öğrenmemin en önemli nedeni
yaşadığımız yerdi. Yani köyümüz ve yazları çıktığımız yaylamız. Çünkü köyümüzde
ve özellikle yaylamızda Türkçe konuşunca yorulan momilerimiz vardı. Yedisinden
yetmişine herkesin Hemşin Ermenicesi bildiği ve konuştuğu bir ortam vardı.
Şimdilerde yaylalarda ve köylerde
yaşayanların sayısı çok azalmış durumda. Köyde ve yaylada insanlar eskisinden
çok daha kısa sürelerle kalıyorlar. Yaz döneminde çay toplamak için ve
neredeyse yalnızca çay döneminde köyde; çay aralarında da “tatil” amacıyla
birkaç gün yaylada kalıyorlar. Anlayacağınız yayla artık üretim ve yaşam alanı
değil, tatil mekanı olmuş durumda. Bu yüzden de torunlar momilerden Hemşin
Ermenicesi öğrenemiyorlar. Şehir merkezlerinde Laz çocuklarıyla birbirlerini
Türkleştiriyorlar.
Tabi bizim yaşadığımızı farklı
dinamiklerle farklı biçimlerde de olsa İstanbul Ermenileri de yaşadı, yaşıyor.
Ermeni Kültür Derneği üyesi gençlerle, Nor Radyo'da program yaptığım dönemlerde
yaptığımız sohbetlerde, bizim kullandığımız birçok kelimeyi, geleneği, inancı
vb. kültürel değerleri bilmediklerini fark ettim. Sonra bunun, bu kültürel
değerlerin Ermeni kültüründe olmamasından çok, köylülüğe ait değerler
olmasından ve şehirli Ermenilerin bunları bilmemesinden kaynaklandığına kanaat
getirdim.
Tabi bu kanaatimin oluşmasında
Ermeni köy edebiyatının iki usta isminin kitaplarının büyük etkisi olduğunu
söylemeliyim. Biri Egın(Eğin)-Kemaliye, diğeri ise Xarpert –Harput
Ermenilerinin köy yaşantılarını anlattığı halde, bu hikayelerde anlatılanlarla, buralardan hem fiziki olarak
hem de dinsel olarak uzun yıllar önce kopmuş olan Hemşin köy yaşantısı ve
kültürü arasında birçok ortaklık görmek heyecan vericiydi. Tahmin edenleriniz
olmuştur. Bu usta yazarlar, Hamasdeğ ve Hagop Mintzuri. Kitapları
Türkçe okuduğum için öncelikle Aras yayınlarına ve yayına
hazırlayan Ardaşes Margosyan’a; çevirmenler Sarkis Seropyan ve Silva
Kuyumcuyan’ a teşekkür etmeyi borç sayıyorum. Kentlilerin bilmediği,
bilemeyebileceği özel deyimleri, kelimeleri orijinal halleriyle vermeleri ve
özenli notlar hazırlamaları sayesinde bu kitaplar benim için verdikleri edebi
hazzın yanı sıra öğretici de oldular.
Hamasdeğ: Güvercinim Harput’ta Kaldı
Kız Eğsig ilk hikaye. Kitabın
daha ilk hikayesinde tanıdık kelimeler görmeye başlıyorsunuz. Kız,
Eğsig adlı hikayeden bir bölüm: “…O gün de minderini düzeltip Hayr
mer duasına başladı. O sırada mihrabın önündeki öğrenciler de
karşılıklı abretso ilahisini seslendirmekteydiler.” (s.13). Biz aslında
baba yerine dad kelimesini kullanırız. Hayr' ı görünce biraz hafızamı
zorladım. Mesela babam bazen sinirlenince ku hayn u maye k.nin şeniye diye
küfrederdi. Buradaki hay ın hayr olduğunu kitabı okurken anladım.
Tabi bir de hokur, ve hopar kelimelerinin hayr
kur ve hayr ağpar dan geldiğini. Biz yaşamaya abruş deriz. Abretsu
dersek yaşat demiş oluruz. Sayfanın altındaki “..eski Ermenice’de “yaşat”
anlamına gelen abretso ile başlayan…” notunu görünce, abretso’nun anlamını
bilmeyen Ermeni Kültür’deki genç
arkadaşlarımla dalgamı geçtim: “Biz sizden çok Ermenice biliyoruz be. Bak eski
Ermeniceymiş bu kelime.”
Okumaya devam ediyoruz. Eğsig’ e göz koyan Torik Bedo’yu anlatıyor.
“Ah birazcık cahil olaydı, Allah şahit evlenirdi Eğsig’le! …. Eğsig kırk
sekizine yakın cahil kadın; kendi altmış beş yaşında, gözleri bulanık….”(s.15)
Arapça’dan Türkçe’ye de girmiş olan bu sözcük bizde de aynen buradaki gibi genç
anlamında kullanılıyor. Bilmeyen, tecrübesiz, okumamış anlamında değil.
Mavi Boncuk kitaptaki
ikinci hikaye. Sevmenin çocukça halleri ile gülümseten hikayede mereklerden
çıkan cinlerden nahırlardan da söz ediliyordu.(s.25) İstanbullu kardeşlerim
bunları da bilmiyordu haliyle ama ben bir köylü olarak marağ ı da naxir
i da biliyorum tabi ki.
Çoban Dağı’nın Masalı bir
sonraki hikaye. Tabi işin içine masal girince anlamalıydım, bizim medoğum
kedin perilerinin Xarpert dağlarında da gezindiğini.
“’Keçiye bakın keçiye’ diye bağırdı içimizden biri. Sesi yankılandı ve
birbirimize baktık. Daha sonra bir kayanın tepesinde aniden beliren keçiyi
gördük. Adeta kayaların bağrından çıkmış, sesimizin canlılaşmış yankısıydı ya
da yankıyı üreten sahici bir peri……peşinden ise, rüzgara kapılmış bir tay, dağ
perilerine özgü tuhaf sıçrayışlarla bir dağlı oyunu sergiliyordu.”(s.30)
Miço, Köyün haşarı çocuğu.
Miço’nun
hikayesinde serüvenimize devam ediyoruz. Miço yaramazlıkları ile uzak
çocukluğumu hatırlatıyor ve kırık bir gülümseme yayılıyor hikayeyi okudukça yüzüme.
Çağrışımlar bu hikayede de devam ediyor. Miço yaramazlıklarıyla Kel Ğugas’ın
Hersinden
kelini bile kızartıyordu. (s.40) Evden kaçan Miço bazı geceler Mırdoların
ahırında saku da sabahlar. Bizim yayla evlerindeki safki de yani. (s.46) Ander
Miço,
Lusig’in
sesinde bakın neler görüyor: “Onun sesi, Surp Sarkis Dağı’nın kayalarına konan
güvercinlere dönüşmüş perilerin seslerinden de tatlı ve
güzeldi.”(s.48) Aklıma bir dörtlük geliyor hemen. Karşıya kayalara / peri bağirur
peri / kar yağdi da kapatti / koniştuğumuz yeri. Sonra çocukluk
anılarımın dere kenarlarından ormanın derinliklerinden kendisini perilerin
çağırdığını söyleyerek büyülenmiş gibi dağa doğru yürümeye başlayan amcaoğlu Ramazan.
Arkasından karanlık geçitlerde hayvan kılığına girmiş periler gördüklerini,
arkalarından seslendiklerini, üzerlerine taş attıklarını anlatan momiler.
Miço çocukluğumu çağırmaya devam ediyor; Lusig’ e; “süpürgeye binip uçan, baykuşun
gözlerine bakıp fal açan, günün saatlerini belirleyen çadunun masalını”
anlatırken. Az mı çadu hikayesi dinledik karanlık yayla gecelerinde ateşin gözüne
bakarak.
Yağmur adlı hikayede
babamın gürültü yaptığımızda bizi azarlaması aklıma geliyor; Göbek
Barsam’ın dükkanının darabalarından bahsederken.(s.57) Darabaların
çok güzel anıları yoktur bende. Çünkü babam bizi azarlarken; “tseniyed
gedretsek. Tsezi vegannum darabaniyus şebetsnim gu-Sesinizi
kesin. Sizi kaldırır darabalara vururum.” derdi. Bu hikayeyi
çabuk geçmek istiyorum. Sonra marağ’
a kaçıp sinirim geçtikten sonra (s.59) devam ediyorum. Tanıdık kelimeler bu kez
Torik Ğugas’ın tarlalarında çıkıyor karşıma. Birinin adı Hoğtar diğeri Marhon.
İstanbullu arkadaşlar Hoğtar’ı biliyor ama Marhon’u
çıkaramıyorlar. Ben de yine muzip bir gülümseme. E tabi köylü değilsiniz, kim bilir
en son ne zaman marx-çıra kullandınız. Bizim evlerimizde yaz kış soba yanar. Kışın
içerde yazın dışarıda. Marx olmadan ateşi tutuşturamazsın. Bu yüzden olmalı marhon açıklanmış
dipnotta. “Çıralık ağaçların bol oduğu yer”(s.62) Al sana köylü işleri. “Sürmek,ekmek,
yeni öküz, ter, emek, borç, senet, tüm bunlardan sonra iyi bir çeç
kaldırmak…” Aklıma bu kelimeleri Ermenice orijinalinden okumak geliyor. Sözlükler
karıştırıyorum. Hepsi bizim de yaptığımız işler hepsi bizim de kullandığımız
kelimeler. Tabi çeç’i bilmiyor bizim İstanbullular. Sonra Torik Ğugas’ın
karısının başındaki laçag çıkıyor karşıma, alacaklısını sinirlendiren ipek laçag.(s.67)
İşte başka bir dörtlük daha geliyor uzaklardan: Çağatsk ni var kaletser / kuym
lazut vaan tskuş / ka kezi gesmat ça ta / cermag laçag vaan tskuş.
Damat Ovan’ın şalvarından
ve çarığından utanması, amcamın tek çarığı yırtılmasın diye köyün içinden
geçerken giyip ormana gittiğinde çarığını çıkarmasını hatırlatıyor bana. Ya Halil
abim doğduğunda annemin kucağında onu yemek için gelen çadu’nun korkusu ile
akraba olan Ovan’ın korkusu. “…tıpkı anahtar deliklerinden süzülerek evlere
giren ve bebekli kadınların yüreklerini uzun tırnaklarıyla deşip karanlıkta
rüzgarla birlikte uzaklaşan allar gibi…Ovan o alların ürküsünü
yaşıyordu. Sanki başucunda kapkara, çadır misali karanlık kanatlarıyla dikilmiş
duruyorlardı.”(s.75) Hele Karan Hanımın kadınlara seslenişini
duyunca köyümün kadınlarının muhabbetine tanık olmuş gibi oldum: “Ka!
Hayırdır inşallah, Ovan damat olmuş.”(s.77)
Dapan Markar daki nahırı, mereği
geçip bir cigara içiyorum ve kitaba adını veren hikayeye geçiyorum.
Güvercinler hikayesi için
kitabın başında Onnig Paluyan’ın söylediklerine katılmamak elde değil. “…Bu
kısa öyküde muazzam bir dram yaşanır ve sonu cinayete kadar varır: köyde bir
cinayet. Sinema yapımcıları için mükemmel bir senaryo…”(s.1) Hikayenin
etkileyiciliği ve filme konu olmuş olup olmaması bir yana ben yine kelimelerin,
çağrışımların peşindeyim. Bizim dilimizde de çok rastlanan, kaybolan
kelimelerin yerine gelen melez kelimelerle karşılaşıyorum bu hikayede. Bizde ser
enuş, gayib enuş, uymiş elluş, duşunmiş elluş, vaz antsnuş gibi
kullanımlar vardır. Kelimenin yarısı başka dillerden alınmış yarısı Hemşin Ermenicesidir.
Aynı form kefş ınel (s.91), uymiş
ıllal (s.94), alişmiş ıllal(s.96) zorlanmiş ıllal (s.97), vaz
antsınel(s.94, 98, 101, 106) olarak karşıma çıkıyor. Harput’ta da
Hemşin’de de dil aynı şekilde davranıyor diyorum kendi kendime.
Kurban Gar Amu İdi
hikayesinde yine tanıdık yer isimleri çıkıyor karşıma. Sevkar, Vank, Bağag.(s.112) Xaçivanakun
duzi /parlak olur yulduzi/çiksam Xaçivanak a / Gyorsam sevduğum kizi dörtlüğü
ile Harput’un
Vank’ından
(manastır), Sevkar’(karataş) ına oturup su içtiğim Bağag (soğuk çeşme)’dan
selam ediyorum Xaçivanak’a.
Çalo son hikayemiz. Talihsiz
köpek Çalo, kişilik sahibi bir köpek. Bu kadar mı güzel karakter yaratılır
diyorsunuz okurken bir yandan. Önce anlamıyorsunuz köpek olduğunu zaten. Anladıktan
hemen sonra da unutuveriyorsunuz. Bir insandan söz ediyormuş gibi hissettiriyor
Hamasdeğ, eşsiz üslubuyla. Köyün bir bireyi gibi, tanış oluyorsunuz, arkadaş
olmak istiyorsunuz, seviyorsunuz, üzülüyorsunuz, canınız acıyor. Ama kelimeleri kovalamaya
devam ediyorum yine de. Haçağpür de Çalo ile geziniyor, ateşi
egiş
ile harlıyorum. Çalo’nun hikayesi de ölümle bitiyor.
Çağrışımlarım beni ölüm konusuna
getirip duruyor. Şimdiye kadar nasıl yabancı kalabildim bu hikayelere
diyorum. Şimdi belki de ölmekle yaşamak arasındaki ince çizgide, saçılmış tanelerimi
toplamaya çalışıyorum ilaç niyetine, tohum niyetine. Yeniden yeşerebilmek için…
mahir özkan