7 Temmuz 2014 Pazartesi

Din ve Hemşinli Kimliği / Mahir Özkan

(Temmuz 2014' te İletişim Yayınları tarafından yayınlanan, Uğur Biryol'un editörlüğünü yaptığı Karadeniz'in Kaybolan Kimliği isimli kitapta yer alan makalem)

Ortak bir geçmişten gelmiş olsalar bile Müslüman ve Hıristiyan Hemşinli topluluklarının Hemşinli kimliği ile ilişkileri birbirinden farklı biçimler almış görünüyor. Bu farklılığın dinin kimlik algısı üzerindeki etkisinden kaynaklandığı söylenebilir. Hemşin Ermenicesi konuşan Müslüman topluluk ile Hemşin Ermenicesini artık konuşamayan Müslüman topluluğun kimlik algılarının birbirine çok benzer olmasına karşın Hıristiyan Hemşinli toplulukla farklılaşması bu tezi güçlendirmektedir.  Bu durum Hemşinlilerin inanç tarihini,  inançlarındaki değişimleri ve Hemşinli kimliği açısından bu değişimlerin neler ifade ettiğini ortaya çıkarmayı gerekli kılmaktadır. Hemşinlilerin inançlarını üç döneme ayırarak incelemek mümkündür: Hıristiyanlık öncesi inançlar, Hıristiyanlık dönemi, Müslümanlık dönemi.

Hıristiyanlık Öncesi Hemşin İnançları

Hemşinliler Hemşin bölgesine geldiklerinde Ermeni Apostolik Kilisesine bağlı Hıristiyan bir topluluktu. Dolayısıyla Hemşinlilerin Hıristiyanlık öncesi dönemlerinden kalmış yazılı belgelere ulaşmak son derece zordur. Ancak yine de bu döneme dair bazı bilgilere ulaşabiliriz. Bunun için iki kaynağımız bulunuyor. Birincisi Ermenilerin Hıristiyanlık öncesi tarihi, ikicisiyse Hemşin geleneksel inanışları ile ilgili çalışmalar. Birinci kaynaklardan elde edilecek bilgiler ile ikinci kaynaklardan elde edilecek bilgilerin karşılaştırılması, ayrıca bu bilgilerin bir de bugün yaşayan Ermeni geleneksel inançları ile karşılaştırılması Hemşinlilerin inanç tarihi açısından önemli sonuçlar çıkarmamızı sağlayacaktır. Birçok geleneksel inanç din değiştirme durumunda bile varlığını sürdürmektedir. Bazen yeni dine uyumlu biçimler alarak varlığını sürdürürken bazı durumlarda yeni dinin batıl, sapkın vb. olumsuz değerlendirmelerine rağmen varlığını sürdürebilen inançlara rastlamak mümkündür. Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dinler Tarihi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Canan Seyfeli Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi’nde yayınlanan makalesinde, yaşayan halk inançlarının kadim inançlar hakkında fikir vereceğini belirtiyor:

“Ancak halk inançları halkın yaşam alanında, ruhsal dünyasında şiddetli etkisiyle varlığını sürdürür. Hatta hâkim dinin savunucuları, kendilerini koruyucu addedenlerinin mücadelesi bozucu, bâtıl, sapkın vb. olarak gördükleri halk inançlarını yok edemedikleri gibi bazen kendileri dahi yaşamayı sürdürürler. Dolayısıyla halk inançlarının da tıpkı değişim gibi kültürün bir parçası ve canlı olduğunu söyleyebiliriz. Böyle karmaşık bir yapıya sahip halk inançları yaklaşık on yedi asır önce Hıristiyanlığı kabul etmiş ve birçok farklı bölgeye dağılmış olan Ermenilerin yaşamında varlığını sürdürürken, çoğunlukla izlerinden hareketle kadim inançlarla ilişkilendirilebilmektedir. Dolayısıyla halk inançlarının birinci derecedeki kaynağı yaşayan halktır.”[1]

Canan Seyfeli makalesinin devamında yaşayan Ermeni halk inançlarına bazı örnekler veriyor.

“Günümüzde Ermeniler arasında su ile ilgili inanç ve uygulamalar Hıristiyanlık öncesi dönemin izlerini taşımaktadır. Vartavar (Vardavar) ile İsa Mesih’in Suret Değiştirmesi ve İzzet Yortusu birleştirilerek kutlanır. Haziran’ın son haftaları ile Temmuz’un ilk haftalarında yıldan yıla Paskalya’ya göre değişmektedir. Bu kutlamanın birçok ismi vardır ve Su Panayırı da denir. Su panayırında su şakaları yapılır ve eğlenilir. Bu adetin Nuh Tufanı’ndan kaldığı ileri sürülmektedir.”[2]

Vartavar şenliklerinin Hıristiyanlık öncesi dönemden kalma bir halk inancına dayandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak Ermenilerin Hıristiyan olması sonrasında Hıristiyan inancına uyumlu hale gelen bu şenlik, Hemşinliler Müslüman olduktan sonra dinsel anlamından tamamen sıyrılmıştır. Belki bu biçimiyle Hıristiyanlık öncesi haline daha yakın hale gelmiştir denilebilir. Varlığını sürdürmek için ya Müslümanlığa uyumlu hale gelecekti ya da din dışı bir geleneğe dönüşecekti. Belli ki inanç biçiminden bir gelenek biçimine dönüşerek varlığını sürdürmüştür.

Hemşinli yazar Uğur Biryol bu durumu şu şekilde tespit ediyor: Batı Grubu Hemşinlileri Ermeni olduklarını reddetseler de Vartavar (Hemşin'de Vartevor deniliyor), Hodoç gibi Ermeni geleneklerini, şenliklerini devam ettiriyorlar.”[3]

Laz yazar Gubaz Çibarişi de aynı şekilde: “Batı Grubu Hemşinlileri arasında Vartavar (Hemşin'de Vartevor deniliyor), Hodoç gibi Ermeni gelenekleri ve şenliklerini bulunmaktadır.”[4] diyerek bu durumu tespit ediyor.

Eski Ermeni inançlarının izini sürmeye bir romandan devam edelim. Ünlü Alman yazar Franz Werfel’in 1929 da Suriye ve Antakya’yı ziyaret ederek topladığı verilere dayandırarak yazdığı Musa Dağ’da Kırk Gün adlı roman soykırım günlerinde Antakya’ da yaşananlardan bir kesit veriyor. Romanı okurken anlattığı konunun geneli açısından pek de önemi olmayan bir ayrıntı dikkatimi çekiyor: “Kocası, küçük bir oğlan çocuğu göndererek, bu zor doğumda kendisine yardım etmesi, böyle durumlarda doğuran kadının evini kuşatan yaşlı cadıları kovarak, çeşitli büyülerle kadına yardımcı olması için onu çağırmıştı.”[5]

Bu ayrıntı dikkatimi çekmişti. Çünkü annemin kendisinin ilk doğumuna dair anlattıklarıyla aynı inancın izlerini taşıyor. Annem ilk çocuğunu doğurduğunda; “cadının kendilerine musallat olduğunu, hatta bir gece kendisine ve koynunda uyuyan bebeğe saldırdığını, bebeğini ağzına tepmeye çalıştığını ve kendisinin bebeği ısırması ve bebeğin bağırmasından sonra kaçtığını” anlatıp durur. Bu arada o günün izi ağabeyimin alnında hala durmaktadır.

1915 de Antakya’daki bir Ermeni evinde yaşananlarla 1959 da Hopa’daki bir evde yaşananların benzerliği Hıristiyanlığında Müslümanlığında öncesine giden bir inancın ipuçlarını veriyor bize.

Takibimize edebiyattan devam edelim. Ermeni taşra edebiyatının en önemli yazarlarından, asıl adı Hampartsum Gelenyan olan Hamasdeğ, Harputludur. Ancak eserlerini doğup büyüdüğü topraklarda değil Amerika’da vermek zorunda kalmıştır. Ancak hikayelerinde doğup büyüdüğü yerler ve oradaki yaşantı canlı bir şekilde resmedilmiştir. Harput’ta geçen öykülerde Hemşinlilerin inançlarında dair izler bulmak heyecan verici bir deneyim oldu benim için. Hemşinlilerin önce deneyimli bir cadı sayesinde danaların yüreklerini yiyerek deneyim kazanan sonra da bebeklerin yüreklerini tırnaklarıyla çıkarıp yiyen cadısı Harput’ta da iş başındaymış meğer:

“Ona, sanki can alıcılar kendi evine yaklaşıyorlarmış gibi geliyordu; tıpkı anahtar deliklerinden süzülerek evlere giren ve bebekli kadınların yüreklerini uzun tırnaklarıyla deşip karanlıkta rüzgarla birlikte uzaklaşan allar gibi”[6]

Cadıyla birlikte Harput’ta perinin de izine rastlıyoruz:

“… ‘Keçiye bakın keçiye’ diye bağırdı içimizden biri. Sesi yankılandı ve birbirimize baktık. Daha sonra bir kayanın tepesinde aniden beliren keçiyi gördük. Adeta kayaların bağrından çıkmış, sesimizin canlılaşmış yankısıydı ya da yankıyı üreten sahici bir peri….. peşinden ise, rüzgara kapılmış bir tay, dağ perilerine özgü tuhaf sıçrayışlarıyla bir dağlı oyunu sergiliyordu.”[7]

“Onun sesi, Surp Sarkis Dağı’nın kayalarına konan güvercinlere dönüşmüş perilerin seslerinden de tatlı ve güzeldi.”[8]

Kaya tepelerinde gezen, hayvan kılığına giren, sesiyle insanları büyüleyen periler. Bir Harput hikayesinde çocukluğumda derede yüzerken dağa doğru dönüp yürümeye başlayan ve “beni çağırıyorlar duymuyor musunuz?” diyerek yürüyen arkadaşım geliyor aklıma. Ya da karanlık bir dereden geçerken karşısına çıkan hayvanın birden bire başka bir hayvana dönüşüp kaybolduğunu anlatan momilerin hikayelerine. Bütün Hemşin köylerinde ve yaylalarında bunlarla benzer hikayeler dinleyebilirsiniz. Buraya çok meşhur bir Hemşin şarkısından bir dörtlük aktaralım örnek olsun diye: “ karşiya kayalara/ peri bağirur peri / kar yağdi da kapatti / koniştuğumuz yeri”

Bunların yanında inançların önemli unsurlarından biri de dualardır. Dualar dinin nitelikleri hakkında bize fikir verir. Pagan dönemin duaları ile tek tanrılı dinlerin duaları birbirinden farklıdır. Tek tanrılı dinlerde insanlar dileklerinin gerçekleşmesi için tanrıya yakarırlar. Yalnızca tanrıdan medet umarlar. Ancak tek tanrılı dinlerden önceki pagan dinlerde çeşitli doğa nesnelerine güç atfedilir. Bu dinlerde doğa unsurlarının sahip oldukları güce gönderme yapan ritüeller bulunur. Bunların en yaygınları güneş, ay, nehirler, dağlar, yıldırımlar gibi doğa unsurlarıdır.

Hemşinliler içerisinde yaygın olan sağaltma dualarıyla ilk karşılaştığımda büyük bir şaşkınlık yaşamıştım. Çünkü duyduğum ilk dua beklentilerimden çok farklıydı. İlk şaşkınlığımı annem duayı ablama öğretmem için bana öğreteceğini söylediğinde yaşadım. Neden kendisinin öğretmediğini sorudum doğal olarak. Böylece duayı ancak erkeğin kadına kadının erkeğe öğretebileceğini, aksi durumda duanın sağaltıcı işlevini göremeyeceğini öğrendim. Bu kadarı bile bildiklerimizden farklı bir duayla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyordu. Ancak beni asıl şaşırtan bu kadar gizli tutulan ve özenilen duanın dili oldu.

Annemin çapuş dediği ve korkusundan dolayı yemeden içmeden kesilmiş, belirli bir nedeni yokken uyku ve iştah sorunları yaşayan insanları iyileştirmek için okuduğu korku duası Hemşince idi. Dua şu şekildeydi: “Ombuot kuka vordali ked kuka demdembali, gove, tane, serdid vaxe  dağe (yıldırım geliyor, uluyan dere geliyor demdembali, inek, ayran, yüreğindeki korku yerine)”. Duayı okurken bir yazma ile okuduğu kişiye yaklaşırken yazmayı topluyor, daha sonra topladığı yazmayı kişinin göğsünün dört köşesine değdiriyordu. Dua bitince de elindeki yazmayı yere atıyor bir kere daha duayı okuyordu.

Başka bir örnek ise yine korku duası olarak Ayla Vayiç tarafından aktarılan bir dua: “Havn u tar e, giyagn u var e, govn u geter e, xoçn u kar e, lern u erese, lern u tağ e, ta vaxetsir, sirded pax ellitoğ (tavuk ve tüneği, ateş ve acısı, inek ve süt sağma kabı, koç ve kuzusu, yayla ve yüzü, yayla ve ilacı, eğer korktun ise, yüreğin huzurlu(rahat) olsun)”

Bu duanın ne Müslümanlıkla ne de Hıristiyanlıkla bir ilişkisi bulunmuyor. Bu dua Hemşinlilerin Hıristiyanlık öncesi zamanlardan gelen kadim inançlarına ait olmalı. Hemşinliler açısından bu çok önemli. Çünkü Hemşinlilerle ilgili çalışmaların birçoğunda -bilimsel açıdan çok ciddiye alınmayan iddialar da olsa- Hemşinlilerin bir kısmının Ermenice konuşması, bir kısmının da kullandığı Türkçe ağzında Ermenice birçok kelime bulunması, belli bir dönem Ermenilerle bir arada yaşamış olmak veya “dönemin hak dini” olan Hıristiyanlığı benimsemiş olmakla açıklanmaya çalışılmaktadır. Yani bu iddiaya göre; Hemşinliler bir Türk boyudur ve Hıristiyanlıkla birlikte Ermenice öğrenmişlerdir. Ancak korku dualarının bize gösterdiği bu iddianın tam tersidir. Buna göre; Hemşinlilerin Ermenice ile ilişkileri Müslümanlıktan da Hıristiyanlıktan da eskiye dayanmaktadır. Çünkü bir dini sonradan öğrenen bir topluluk geleneksel halk inanışlarını değil formel dini öğrenir. Geleneksel inançlar ise o formel dinin içine sızar ve kendisine varlık alanı açar. Burada da bu durum gerçekleşmiştir. Kadim Ermeni duaları hem Hıristiyanlığı hem Müslümanlığı aşarak günümüze kadar ulaşmıştır.

Hemşinliler, Hıristiyanlık ve Müslümanlık

Ermeni coğrafyasında Hıristiyanlık 1. yüzyıldan itibaren yayılmaya başlamıştır. Ancak uzun yıllar boyunca Ermeni kralları Hıristiyanlığı kabul etmedikleri için Hıristiyanlar kimliklerini gizlemek zorunda kalmışlar ve zulüm görmüşlerdir. 301yılında ise Hıristiyanlık ulusal din olarak resmen kabul edilmiştir.[9]

Hemşinlilerin ataları olan Ermeni toplumunun Hemşin’ e göçünün tarihini ise tarihçi Ğevond’ un anlatımına dayandırarak Levon Haçikyan 789-790 olarak belirliyor.[10] Dolayısıyla bölgeye göç eden Ermeni topluluk geldiğinde Hıristiyan bir topluluktur. Osmanlı egemenliğinin başladığı döneme kadar da bu konuda çok bir tartışma yoktur. Bu tarihlerden sonra bir yandan Müslüman nüfusun yerleştirilmesi bir yandan da vergi politikalarıyla bölge nüfusunun Müslümanlaştırılmaya başlandığını söyleyebiliriz. 1530 yılına ait tahrir defterlerindeki kayıtlarda Hemşin nüfusunun %38.1’ini Müslümanların, 61.9’unu Gebran(gayrimüslim)ların oluşturduğu görülmektedir.[11] Acaryan, Hemşin Lehçesi Araştırması adlı eserinden 20. yüzyıl başında 20.000 Hıristiyan ve ondan biraz fazla sayıda da Müslüman Hemşinlinin yaşadığını belirtiyor.[12]

Hemşin bölgesine yerleştirilen küçük topluluklar olduğunu biliyoruz. Ancak tersi durumlarda yaşanmıştır. Hemşin’e yerleştirilmiş bazı aşiretler yerel halkla yaşadıkları bazı sorunlardan dolayı Hemşin bölgesinin dışına, Çıldır’a yerleştirilmişlerdir. Bu grupların Hemşinliler tarafından Çadır Kürtleri olarak tanımlanan topluluk ve Çerkes grupları olduğu değerlendirilmektedir.[13] Hemşin coğrafyasının fazla nüfus barındırmaya elverişli olmayan özellikleri de dikkate alındığında, Hemşin’in İslamlaşmasının yerleştirilenlerden çok, bölgede yaşayan Hıristiyan Hemşinli Ermenilerin Müslümanlaş(tırıl)ması yoluyla gerçekleştiği söylenebilir. Bölgenin İslamlaşmasında etkili olan nedenler arasında Müslüman Hemşinli Ermenilerin sayısının artması ve toplumda ağırlık kazanmasıyla Hıristiyan Hemşinli Ermenilerin batıya doğru göç etme eğilimlerinin artmasını da saymak gerekir. Osmanlı arşivinde Hodoçur’daki  Katolik Ermenilerin otlaklarına Çençuva köylülerinin müdahalesi ile mera nizamının bozulmasına dair yazışmalar mevcuttur.[14] Bu bilgiler dikkate alındığında bölgenin Osmanlıların eline geçmesiyle başlayan Hemşin ve Türkiye’deki Hemşinlilerin Müslümanlaşma süreci, kalan son Hıristiyan Hemşinlilerin de 1915’ te soykırıma uğraması ve sağ kalanların Karadenizin karşı kıyılarına göç etmesiyle birlikte tamamlanmıştır diyebiliriz.

Müslüman ve Hıristiyan Hemşinliler Açısından Hemşinlilik

Son yıllarda Müslüman Hemşinli Ermeniler ile Hıristiyan Hemşinli Ermeniler arasındaki iletişim ve kültürel ilişkiler artmıştır. Hıristiyan Hemşinlilerden Hemşin ve Hopa’yı ziyarete gelenlerin sayısı arttığı gibi, bölgemizden Sohum, Soçi, Krasnodar ve Moskova’ya gidenler ve oradaki Hıristiyan Hemşinli Ermenilerle ilişkiler geliştirenler olmuştur. Vova müzik grubunun Temmuz 2008 Erivan konseri belki de ilk kültürel temas sayılabilir. Hemşin kültür haftası kapsamında yapılan konser etkinliği sırasında Abhazya’dan gelen Hemşin Halk Oyunları ekibinin gösterisini izleme fırsatımız olmuş, Hıristiyan Hemşinli Ermenilerle konuşma, manilerini, geleneklerini dinleme fırsatını bulmuştuk. Bu deneyimlerin gösterdiğine göre din haricinde kültürel özellikler bakımından bizimle aynı özellikleri taşıyan bir toplumla karşı karşıyaydık.  Daha sonra Moskova’daki Hıristiyan Hemşinlilerin Derneği Vova müzik grubunu konser vermek üzere Moskova’ya davet etti. Vova Haziran 2012 de Moskova’da, Ekim 2012 de ise Soçi’ de konserler verdi.

Bu ilişkilenmelere internet ortamındaki paylaşımlarda eklenmelidir. Bugün Hıristiyan Hemşinli Ermeniler hakkında birçok bilgiye sahibiz. Müzisyenlerini, manilerini, konuşma biçimlerini, geleneklerini biliyoruz.   Ayrıca nakliyat sektörü ve Rusya’ ya çalışmaya giden insanların sayısının son zamanlarda artmasının da bu etkileşimin ve iletişimin gelişmesinde önemli payı olduğunu belirtmek gerekir. Bu son ilişkilerin etkileşimin kitlelere yayılmasında daha etkili olduğunu söylemek de mümkündür.

Hıristiyan Hemşinlilerle kurulan ilişkilerin öğrettiği en önemli şey benim açımdan iki topluluğun Hemşinlilik algısı arasındaki farktı. Çünkü Hemşinlilerin tarihi ile ilgili yeterince bilgi sahibi olmayan Hemşinli Ermeniler kendilerine Hemşinli bile demiyorlardı. Karşı kıyılara nereden gelmişlerse oralı olduklarını söylüyorlardı. Örneğin; Sevkedtsi im (Karadereliyim), Caniktsi im(Samsunluyum), Ordutsi im (Orduluyum) ve Hamşentsi im (Hemşinliyim). Hepsi Hemşin Ermenicesi konuşan ve aynı kültürün insanı olduklarına dair bir bilince de sahip olan insanlar Hemşinli olayı, bir memleketten olmak anlamında, coğrafi bir aidiyet anlamında kullanıyorlardı. Bundan dolayı da Hemşin’den Rusya’ya göçten daha erken dönemlerde batıya doğru göç etmiş olanlar kendilerini Rusya’ya göç ettikleri kentli olarak tanımlıyorlardı. Kökenlerinin Hemşin’den geldiğini bilenler de Hemşinlilik diye bir kimlik algısına sahip değillerdi. Kendilerini Ermeni olarak tanımlıyorlardı.  Yani onlar açısından Hemşinli Ermeni olmak ile Vanlı Ermeni olmak arasındaki fark diyelim ki Erzurumlu Türk olmakla İzmirli Türk olmak arasındaki fark kadardır.

Ancak Müslüman Hemşinli Ermeniler için Hemşinlilik bir kimlik haline dönüşmüştür. Hemşinliler Hemşinliyim derken, bir coğrafyaya değil bir aidiyete vurgu yapmaktadırlar. Bölgede yaşayan diğer halklarla kendilerini ayıran bir işlev vermektedirler Hemşinlilik kavramına. Peki, neden Ermeni bir topluluk Müslüman olunca kendisini “Müslüman Ermeni” olarak değil de, yeni bir kimlikle, Hemşinlilikle ifade ediyor?  Bu sorunun yanıtını, Ermeni kimliğinin Ermeniler tarafından nasıl anlaşıldığını ve Osmanlının milletler sisteminde Ermeni kimliğinin ne anlama geldiğini ortaya koyarak verebiliriz.

Ermenilerin birçoğu açısından Ermeni kimliğine sahip olmak demek Ermeni Apostolik kilisesine bağlı olmak demektir. Peder Daniil Kukuyan, Polonyalı Ermenilerin bırakın İslam’ı, Katolik mezhebini benimsemelerinden bir nesil sonra asimile olduklarını belirtmektedir. Tam tersine Türkçe konuşan Edessiya köyü sakinlerinin Ermeni Apostolik Kilisesi’ne bağlı kalmaları sayesinde Ermeniliklerini korumayı başardıklarını ve ana dillerini de tekrar kazandıklarını belirtmektedir.[15] Kukuyan bu tespitlerinden şu sonuca varıyor: “Ermenilerin gücü çeşitliliğe rağmen manevi eksenine ve temeline, bir diğer deyişle Surp Ecmiadzin’e bağlı olmaktadır”[16] (Türk-İslam sentezi dediğimiz ideolojiye ne kadar da benziyor!!.) Bugün Ermeni kimliğini din ekseninde tanımlamama yönünde bir eğilimin de yaygınlık kazanmaya başladığını söyleyebiliriz. Ancak hala din eksenli Ermeni kimlik algısı çok güçlüdür. Bugünkü duruma bakarak Hemşinli Ermenilerin Müslümanlaştığı dönemde dinin çok daha fazla etkili olduğunu anlayabiliriz sanırım. 

Osmanlının algıları açısından duruma bakarak aynı durumu tersinden kavrayabiliriz. Osmanlı’da uygulanan “millet sistemi” ne göre her inanç topluluğu bir milleti oluşturuyordu.  Ancak Osmanlı İmparatorluğu'nda tüm Sünni gruplar bir millet kabul edilirken, azınlıklar yani gayrimüslimler sadece dine veya mezhebe göre değil aynı zamanda etnik gruplarına göre de ayrı milletler oluştururlardı. Örneğin Ermeniler tek bir millet olmayıp Ermeni Katolik ve Ermeni Protestan milletlerine ayrılırlardı.  “19. yüzyıla kadar millet kavramı, hiçbir zaman bir ırkı, etnik bir grubu ya da ortak bir dile sahip toplulukları ifade etmek için kullanılmamıştır.  Millet terimi Tanzimat ile birlikte önce kısmen, sonra tamamen kavimleri belirlemek amacıyla kullanılmıştır.”[17]

Bu durumda Müslüman olan Hemşinli Ermenilerin kendilerini Ermeni olarak tanımlamalarını beklemek imkansız gibidir. Hem Osmanlının millet tanımı hem Ermenilerin Ermeni kimliğine ilişkin algıları buna izin vermemektedir. Bu durumda Müslümanlaşan Hemşinli Ermenilerin kendilerini “Müslüman” olarak tanımlamaları gerekmiştir. Ancak bu tanımlama da bir sorunu ortadan kaldırmamaktadır. Komşuları olan ve kendilerinden farklı olan toplumlardan farklarını nasıl ortaya koyacaklardır. İşte bu noktada Hemşinlilik bir kimlik olarak ortaya çıkmaktadır. Yani Hemşinlilik kavramı Hemşinli Müslümanların bir yandan Hıristiyan Ermenilerle arasına mesafe koymasını sağlarken, bir yandan da Müslümanlaşmaya karşın Türkleşmeye karşı bir direniş anlamını taşıyor.  

Hemşinlilerin bir kısmının kendilerini Türk olarak tanımlamaya başlamaları ise Cumhuriyet döneminin sonucudur. Osmanlı’daki “sünni milleti” yeni ortaya çıkan cumhuriyetin hakim unsuru olan “Türk ulusu” na evrildi. “Ne mutlu Türk’üm diyene!” veciz sözünde ifadesini bulan bu bakışa göre azınlık kabul edilen Hıristiyanlar dışında kalan bütün halklara Türk oldukları vaaz edildi. Hepsinin Türk olduğuna dair tarihler yazıldı. Dolayısıyla bugünün Hemşinli Türk algısı Türkiye Cumhuriyeti’nin ihtiyaçları çerçevesinde oluşturulmuş bir kimlik algısıdır.

Bunun kanıtı olabilecek iki unsur sayabiliriz. Birincisi Hemşinliler içerisinde kökenlerinin Ermeni halkına dayandığını kabul edenlerin büyük bölümü, özgürlükçü ve resmi ideolojiye mesafeli siyasal akımları benimseyen insanlardan oluşurken; tersine Hemşinli Türk algısına sahip insanların büyük bölümünün resmi ideolojiye yakın, milliyetçi-muhafazakar siyasal akımları benimseyen insanlardan oluşmasıdır. Devletin resmi ideolojisinden uzaklaştıkça insanların kendilerine ilişkin devlet söyleminden de uzaklaşmaları anlaşılırdır. İkincisi ise Türkiyeli araştırmacılar ile yabancı araştırmacılar arasında Hemşin araştırmaları konusunda ortaya çıkan farktır. Bilginin bu derecede yaygın dolaşıma çıktığı bir dönemde, bilebildiğimiz kadarıyla onlarca farklı ulustan hiçbir yabancı araştırmacının,  Hemşinlilerin Türk kökenli bir halk olduğuna dair tek bir satırını göremezken, yerli araştırmacıların çoğunun Hemşinlilerin Türklüğünü ispatlamaya yönelik gayretkeşlikleri nasıl açıklanabilir? Bunun cevabını sanıyorum bu tezleri dillendirenleri öncülerinden olan Fahrettin Kirzioğlu “Kürtlerin Türklüğü” adında kitap yazarak yıllar önce vermiştir.

Resmi Belgelerde Hemşinlilik

Tarih çalışmalarında alan çalışmasının, sözlü tarih çalışmalarının öne çıktığı bir süreç yaşıyoruz. Elbette bu çalışmalar belgelerle desteklendiğinde gerçeğin daha geniş boyutlarıyla ortaya çıkması mümkün olur. Ancak Hemşinlilerin kimliklerine dair çalışmalarda karşılaşılan en önemli güçlüklerden biri bu alanda resmi belge bulmak konusundaki zorluktur.  Hemşinli kimliğine dair fikir veren en ufak belgeler bile büyük önem taşımaktadır. Çok fazla belgeye sahip olmamakla birlikte Hemşinli kimliğinin Rusya, Osmanlı ve Türkiye tarafından nasıl anlaşıldığını gösteren üç ayrı belgenin ortaya çıkmış olması Hemşin araştırmaları açısından büyük bir şans.

Sözünü ettiğimiz belgelerden ilki Rusya Bilimler Akademisi’ne ait bir belge. Bu belge Krasnodar’da yaşayan Müslüman Hemşinlilerin talebi üzerine kendilerine verilen bir belge. Belgeyi Pontus-Kafkas Araştırmaları Merkezi’nden Nona Şahnazaryan Erivan’da yapılan Hemşin konferansında açıklıyor:

Hemşil liderleri Rusya Bilimler Akademisi N.N.Mikluho-Maklay Etnoloji ve Antropoloji Enstitüsüne yazılı başvuruda bulunup gruplarının statüsü hakkında tarihi bilgi istediler:

‘Biz Hemşil halkı (kendimize Homşetsi deriz) temsilcileri olarak sizden biz Hemşillerin ayrı bir halk olarak etnik kimliğimizi tasdik eden tarihi bir belge rica ederiz. Şu anda çeşitli objektif ve subjektif nedenler dolayısıyla halkımızın temsilcileri çeşitli resmi belgelerde Hemşil, Türk, Gürcü vs. olarak geçer. Aynı durum Türkçe ‘-oğlu’, Gürcüce ‘-dze’, Rusça ‘-ov,-ev’, vs. ekleri olan soyadları için geçerlidir. Arz edilen tarih belgesi bu etnik kimliğimizi koruması ve gerekli olduğunda çeşitli resmi makamlara sunulması için elzemdir.

…Rusya Bilimler Akademisi Etnoloji ve Antropoloji Enstitüsü Kafkasya bölümü başkanı Tarih doktoru Arutyunov S.A tarafından imzalanmış yanıtta:

‘Hemşiller Trabzon başta olmak üzere, Küçük Asya’nın Karadeniz sahillerinden çıkmış olan, Etnik olarak Ermenilere yakın, ortaçağlarda İslamı kabul eden Ermenicenin Hemşin Lehçesi özel bir ağzını konuşan bir halktır. Uluslar arası hukuk normlarına göre Rusya Federasyonu SSCB’nin selefi olarak Hemşillerin Rusya vatandaşlığını, Rusya Federasyonu’nun herhangi bir bölgesinde oturma,  Rusya federatif makamları tarafından sosyal ve hukuk haklarının korunmasını kabul etmelidir. Hemşil soyisimlerinin son ekleri her bir ailenin adet ve geçmişine göre ‘oğlu’, ‘dze’, ‘ev’, ‘yan’ vs. gibi değişik olabilir’ denmektedir(belge tarihi:20-06-2002)[18]

Belgeye göre Rusya Bilimler Akademisi Hemşinlileri etnik olarak Ermeni, dinsel olarak Müslüman olduklarını tespit ediyor. Hemşinlilerin konuştuğu dili ise Ermenicenin Hemşin lehçesinin bir ağzı olarak tanımlıyor.

 Türkiye’de devletin hassas saydığı konularda genellikle iki görüşü vardır. Birini kamuoyu ile paylaşır. Birini ise genellikle paylaşmaz. Ancak bu görüşün izleri bazen bazı devlet uygulamaları ile ortalığa saçılıverir. Örneğin kamuoyu ile paylaşılan Türk tanımına göre; Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür. Ancak devlet nüfus kayıtlarında gizli soy kodu uygulamasıyla halkın bir kısmını fişlemekten geri durmaz.[19]  Bu nedenle gerçeklere ulaşabilmek için çok dikkatli olmak ve kamuoyu ile paylaşılan bilgilerin ötesinde devletin gerçek bilgilerinin ipuçlarını veren belgelere ulaşmak gerekir.

İkinci belgemiz bu türden bir belge, aslında orijinaline ulaşabildiğimiz bir belge değil. Ancak kamuoyuna mal olmuş bir belge. Milliyet gazetesindeki habere göre; MGK Malatya’daki zirve yayınevi katliamından sonra 'Türkiye'deki Etnik Grupların Dağılım Raporu' hazırlanması için bir talimat verdi. Erciyes, Elazığ Fırat ve Malatya İnönü Üniversitesi'ndeki öğretim görevlileri tarafından hazırlanan rapor dava dosyasında duruyor.

Raporun Hemşinlilik açısından önemi, Hemşinlilerin Türk olarak değil ayrı bir etnik kimlik olarak sınıflandırılmış olması. Hemşinlilerin nüfusu ve yaşadıkları yerler açısından eksik bilgiler barındırsa da önemli bir belge. Zira gizli kalacağı düşünülmüş olmalı ki resmi görüşlerde Türk olarak kabul edilen Hemşinlilerin ayrı bir kimlik olarak tanımlanmasında sakınca görülmemiş. Hemşinliler rapora göre 13000 kişi ve yalnızca Artvin ve Rize’nin bazı ilçelerinde yaşayan bir grup. 

Raporun en çarpıcı başlıklarından biri ise Türkler’in nüfus artış hızında yatıyor. Buna göre Türk nüfusu son 15 yıldır az oranda artış gösteriyor. Buna karşılık Kürtler her yıl yüzde 2,5 oranında artış gösteriyor. Araştırmaya göre Boşnaklar her yıl binde 12, Türkler binde 8, Arnavutlar binde 5 oranında azalıyorlar. Buna karşılık Türkleşme oranının en fazla Kürtler’de olduğu, onları Boşnaklar’ın, Çerkesler’in ve Arnavutlar’ın takip ettiği görülüyor. Güneydoğudan göç eden Araplar’da da yoğun bir Türkleşme hızı olduğu belirtiliyor.[20]

Raporun bu bölümünün gösterdiği gerçek ise oldukça önemlidir. Türk nüfusu her yıl binde sekiz oranında azaldığı halde Türkleşme artıyor. Çünkü Kürtler, Araplar, Boşnaklar, Çerkesler, Arnavutlar ve diğerleri asimilasyon sonucu hızla Türkleşmeye devam etmektedir. Bu raporun bize anlattığı başka bir gerçek ise devletin iki farklı Türk algısına sahip olduğudur. Gayri-Türk Müslüman halklara hepimiz Türk’üz bu etnik anlamda bir Türklük değil derken, aslında nasıl herkesin etnik anlamda Türkleştirilmesini gizlemeye çalıştıklarını da gözler önüne koyuyor. 

Üçüncü belge ise Osmanlı Devleti’ne ait bir belgedir. Bu belgenin diğer ikisine göre önemli bir üstünlüğü bulunuyor. Bir akademinin görüşü veya devletin temel iktidar kurumu yani MGK için hazırlananmış olsa da üniversitelerin hazırladığı bir rapor değil. Bu belge doğrudan Umum Erkan-ı Harbiye Dairesi Dördüncü Şube’den Dâhiliye Nezâret-i Celilesine yazılmış bir yazı.  1 Haziran 1913 tarihli bu yazıda, Rusya hudut komiserinin Hopa bölüğüne ait raporuna dayanılarak özetle: “Trabzon vilayeti Hopa kazasındaki bazı köylerde bulunan ve ‘Hemşin denilen Ermeni'den dönme Müslümanlar’ın oraya gidecek bir misyonerden etkilenmeleri muhtemel olduğundan, mahalli hükümetçe Hemşinlerin irşadının (doğru yolun gösterilmesi, uyarılması ) gerektiği” belirtilmektedir.[21]

Raporda ayrıca Hemşinlilerin Müslümanlığı ile Lazların Müslümanlığı da karşılaştırılmaktadır. Lazlar “Kamilen” Müslüman olarak tanımlanırken Hemşinlilerin Müslümanlığı’na pek güvenilmediği anlaşılmaktadır. Zira Hemşinliler saf ve cahil olarak tanımlanmaktadır.

Umum Erkan-ı Harbiye Dairesi dördüncü şubenin bu yazısı Hemşinlileri Ermeni kimliği ile ilişkilendiren şu ana kadar ortaya çıkmış bildiğimiz ilk belge olma niteliği taşıyor.  Üstelik belgenin tarihi burada kullanılan Ermeni tabirinin yalnızca dinsel bir aidiyeti işaret etmediğini düşündürüyor. Çünkü biliyoruz ki Osmanlı’da Millet terimi Tanzimat ile birlikte önce kısmen, sonra tamamen kavimleri belirlemek amacıyla kullanılmıştır.[22]
   
Sonuç

Hemşinlilerle ilgili tarihsel ve kültürel veriler dikkate alındığında Hıristiyan ve Müslüman Hemşinliler aynı tarihsel kökenden gelen, aynı geleneklere sahip, aynı dili konuşan insanlardır. Aralarındaki temel farklılık dinsel farklılıktır. Tarihsel ve kültürel ortak zeminleri dinsel farklılığa rağmen aralarında kültürel ilişkiler geliştirmelerinin önünde engel olmamaktadır.  Bu nedenle bu gruplar Müslüman Hemşinli Ermeniler ve Hıristiyan Hemşinli Ermeniler olarak sınıflandırılmalıdır.

İki grubun Hemşinli kimliğine ilişkin farklı algıları vardır. Hıristiyan Hemşinli Ermeniler Hemşinlilikten daha çok kendilerini Ermenilikle tanımlarken, Müslüman Hemşinli Ermeniler kendilerini ağırlıklı olarak Hemşinli kimliği ile tanımlamaktadır. Hemşinlilik coğrafi bir aidiyetten çok etnik bir aidiyet biçiminde algılanmaktadır. Hemşinliliğin Müslüman Hemşinli Ermenilerde etnik bir aidiyet biçiminde ortaya çıkması Müslümanlaşma sonrasında kendisini Hıristiyan Ermeni kimliğinden ayrıştırırken aynı zamanda Laz ve Türk kimliğiyle de arasına mesafe koyması anlamına gelmektedir. Ancak Osmanlının millet sistemi içinde görece problem olmayan bu durum, Cumhuriyetle birlikte problem olmaya başlamıştır. Cumhuriyetin tek dil, tek millet, tek devlet söylemine dayalı asimilasyoncu politikaları sonrasında Hemşinlilerde Hemşinli kimliğini Türk kimliğine bağlama eğilimleri geliş(tiril)miştir. Bu nedenle Türkiye’deki Hemşinlilerin kendi kimliklerine ilişkin algıların homojenleştirici, farklılıkları yok sayan bir siyasal ortamda oluşmuş olduğu gözden kaçırılmamalıdır.

Hemşinliliği Türk kimliğine bağlayan tezler tarihsel, bilimsel bulgulara değil, ideolojik tutumlara dayanmaktadır. Türk resmi ideolojisinden bağımsız çalışmalar yapan yerli ve bu alanda çalışma yapmış bütün yabancı araştırmacıların çalışmaları bunu göstermektedir.   Ayrıca yukarıda ortaya konan bu belgeler devletin kendisinin de bu konuda resmi ideolojiye dayanan tezlerden farklı bilgilere ve görüşe sahip olduğunu göstermektedir. 



[1] Canan Seyfeli, Hıristiyanlık Öncesine Dayanan Bazı Ermeni Halk İnançları, SÜİFD. S:30, Sy:149-164.

[2] Canan Seyfeli, Hıristiyanlık Öncesine Dayanan Bazı Ermeni Halk İnançları, SÜİFD. S:30, Sy:149-164.
[5] Franz Werfel, Musa Dağ’da Kırk Gün, Belge Yayınları, İstanbul, 1997,Sy:63.
[6] Hamasdeğ, Güvercinim Harput’ta Kaldı, Aras Yayıncılık, İstanbul, 1998,Sy:75.
[7] Hamasdeğ, Güvercinim Harput’ta Kaldı, Aras Yayıncılık, İstanbul, 1998,Sy:30.
[8] Hamasdeğ, Güvercinim Harput’ta Kaldı, Aras Yayıncılık, İstanbul, 1998,Sy:48.
[9] Rafael İşhanyan, Ermeniler’in Tarihi, Belge Yayınları, İstanbul, 2006,Sy:158.
[10] Levon Haçikyan, Hemşin Gizemi, Belge Yayınları, İstanbul, 1997,Sy:23.
[11] BOA, TD.52,53.
[12] H. Acaryan, Knnutyun Hamşeni Barbari, Yerevan, 1947
[13] BOA, Tarih: 10/Ra/1281 (Hicrî)     Dosya No:308 Gömlek No:98 Fon Kodu: A.}MKT.MHM.
[14] BOA, Tarih: 29/B/1265 (Hicri), Dosya No: 7/A, Gömlek No:57,Fon Kodu:A.}DVN.MHM

[15] Daniil Kukuyan, Hemşin Paradoksları, Hemşin ve Hemşinli Ermeniler-Konferans Makaleleri, Yerevan, 2007, Sy: 276
[16] Daniil Kukuyan, Hemşin Paradoksları, Hemşin ve Hemşinli Ermeniler-Konferans Makaleleri, Yerevan, 2007, Sy: 277
[18] Nona Şahnazaryan, Kaypak Kimlik: Hemşiller(Hemşinler) Örneği, Hemşin ve Hemşinli Ermeniler-Konferans Makaleleri, Yerevan, 2007, Sy:149
[21] BOA, Dosya: 116, Gömlek no: 65, Fon kodu: DH.İD.- 1331. C. 28.
[22] http://www.islamvehayat.com/5247_osmanli-millet-sistemi-isleyisi-ve-cozulusu.html


Ekler:

Özet: Trabzon vilayeti Hopa kazasındaki bazı köylerde bulunan ve Hemşin denilen Ermeni'den dönme Müslümanlar'ın oraya gidecek bir misyonerden etkilenmeleri muhtemel olduğundan, mahalli hükümetçe hemşinlerin irşadı gerektiği.

DH. İD., 116-65, 1331. C. 28.
Umum Erkan-ı Harbiye Dairesi
Dördüncü Şube
321
1

Dâhiliye Nezâret-i Celilesine
Hülasa-i Me’al: Hopa hudûd bölüğü mıntıkasındaki kurâ ahâlîsine dâir.
Devletlü Efendim Hazretleri
Trabzon Vilâyetine tâbiʻ Hopa kazâsına müsâdif [tesadüf eden] Hopa hudud bölüğü mıntıkasındaki Zorbîçî, Ervâlâ (Erdâlâ), Çacuşlu, Haykî, Zalonâ, Gavârci, kariyeleri ahâlîsi Hemşin ismiyle müsemmâ [adlandırılan] Ermenilerden dönme müslüman olub kazânın mütebâkî [geri kalanı] ahâlîsinin kâmilen müslüman Lazlardan ibret idüğü ve Hemşînler saf ve câhil olub bir misyonerin bu mıntıkada muvafakiyyetle [başarıyla] iş görebileceği binâen aleyh hükûmet-i mahalliyemizin irşâdatı [doğru yolu göstermesi, uyarması] Hemşînlüler içün derece-i vücûbda olduğu [vacip olduğu] Rusya hudud komiserinin hopa bölüğüne âid raporunun bir fıkrasında gösterilmiş ve mes’ele câlib-i dikkat bulunmuş olmağla iktizâ-yı hâlin îfâsı mütemennâdır efendim.
Fi 25 Cemazelahire 331 ve fi 19 Mayıs 329 [1 Haziran 1913]

4 Temmuz 2014 Cuma

Ermeni Köy Edebiyatı, Hemşin Kültürü ve Çağrışımlar-1


Neden Ermeni Köy Edebiyatı?

Hemşin Ermenicesi benim ana dilim. Ben iki dilli büyüdüm. Okula gitmeden önce hem Hemşin Ermenicesi hem de Türkçe biliyordum. Aslında ailem öğrenmemi pek istememişti. Bunun görünür nedeni Türkçemin bozulması korkusu idi. Ama ben daha sonraki yıllarda Türkçe korkusunun başka korkularla ne kadar akraba olduğunu öğrenecektim. Ailemin öğrenmemi pek istememesine rağmen Hemşin Ermenicesi öğrenmemin en önemli nedeni yaşadığımız yerdi. Yani köyümüz ve yazları çıktığımız yaylamız. Çünkü köyümüzde ve özellikle yaylamızda Türkçe konuşunca yorulan momilerimiz vardı. Yedisinden yetmişine herkesin Hemşin Ermenicesi bildiği ve konuştuğu bir ortam vardı.

Şimdilerde yaylalarda ve köylerde yaşayanların sayısı çok azalmış durumda. Köyde ve yaylada insanlar eskisinden çok daha kısa sürelerle kalıyorlar. Yaz döneminde çay toplamak için ve neredeyse yalnızca çay döneminde köyde; çay aralarında da “tatil” amacıyla birkaç gün yaylada kalıyorlar. Anlayacağınız yayla artık üretim ve yaşam alanı değil, tatil mekanı olmuş durumda. Bu yüzden de torunlar momilerden Hemşin Ermenicesi öğrenemiyorlar. Şehir merkezlerinde Laz çocuklarıyla birbirlerini Türkleştiriyorlar.

Tabi bizim yaşadığımızı farklı dinamiklerle farklı biçimlerde de olsa İstanbul Ermenileri de yaşadı, yaşıyor. Ermeni Kültür Derneği üyesi gençlerle, Nor Radyo'da program yaptığım dönemlerde yaptığımız sohbetlerde, bizim kullandığımız birçok kelimeyi, geleneği, inancı vb. kültürel değerleri bilmediklerini fark ettim. Sonra bunun, bu kültürel değerlerin Ermeni kültüründe olmamasından çok, köylülüğe ait değerler olmasından ve şehirli Ermenilerin bunları bilmemesinden kaynaklandığına kanaat getirdim.

Tabi bu kanaatimin oluşmasında Ermeni köy edebiyatının iki usta isminin kitaplarının büyük etkisi olduğunu söylemeliyim. Biri Egın(Eğin)-Kemaliye, diğeri ise Xarpert –Harput Ermenilerinin köy yaşantılarını anlattığı halde, bu hikayelerde anlatılanlarla, buralardan hem fiziki olarak hem de dinsel olarak uzun yıllar önce kopmuş olan Hemşin köy yaşantısı ve kültürü arasında birçok ortaklık görmek heyecan vericiydi. Tahmin edenleriniz olmuştur. Bu usta yazarlar, Hamasdeğ ve Hagop Mintzuri. Kitapları Türkçe okuduğum için öncelikle Aras yayınlarına ve yayına hazırlayan Ardaşes Margosyan’a; çevirmenler Sarkis Seropyan ve Silva Kuyumcuyan’ a teşekkür etmeyi borç sayıyorum. Kentlilerin bilmediği, bilemeyebileceği özel deyimleri, kelimeleri orijinal halleriyle vermeleri ve özenli notlar hazırlamaları sayesinde bu kitaplar benim için verdikleri edebi hazzın yanı sıra öğretici de oldular. 

Hamasdeğ: Güvercinim Harput’ta Kaldı

Kız Eğsig ilk hikaye. Kitabın daha ilk hikayesinde tanıdık kelimeler görmeye başlıyorsunuz. Kız, Eğsig adlı hikayeden bir bölüm: “…O gün de minderini düzeltip Hayr mer duasına başladı. O sırada mihrabın önündeki öğrenciler de karşılıklı abretso ilahisini seslendirmekteydiler.” (s.13). Biz aslında baba yerine dad kelimesini kullanırız. Hayr' ı görünce biraz hafızamı zorladım. Mesela babam bazen sinirlenince ku hayn u maye k.nin şeniye diye küfrederdi. Buradaki hay ın hayr olduğunu kitabı okurken anladım. Tabi bir de hokur, ve hopar kelimelerinin hayr kur ve hayr ağpar dan geldiğini. Biz yaşamaya abruş deriz. Abretsu dersek yaşat demiş oluruz. Sayfanın altındaki “..eski Ermenice’de “yaşat” anlamına gelen abretso ile başlayan…” notunu görünce, abretso’nun anlamını bilmeyen Ermeni Kültür’deki  genç arkadaşlarımla dalgamı geçtim: “Biz sizden çok Ermenice biliyoruz be. Bak eski Ermeniceymiş bu kelime.”

Okumaya devam ediyoruz.  Eğsig’ e göz koyan Torik Bedo’yu anlatıyor. “Ah birazcık cahil olaydı, Allah şahit evlenirdi Eğsig’le! …. Eğsig kırk sekizine yakın cahil kadın; kendi altmış beş yaşında, gözleri bulanık….”(s.15) Arapça’dan Türkçe’ye de girmiş olan bu sözcük bizde de aynen buradaki gibi genç anlamında kullanılıyor. Bilmeyen, tecrübesiz, okumamış anlamında değil.

Mavi Boncuk kitaptaki ikinci hikaye. Sevmenin çocukça halleri ile gülümseten hikayede mereklerden çıkan cinlerden nahırlardan da söz ediliyordu.(s.25) İstanbullu kardeşlerim bunları da bilmiyordu haliyle ama ben bir köylü olarak marağ ı da naxir i da biliyorum tabi ki.

Çoban Dağı’nın Masalı bir sonraki hikaye. Tabi işin içine masal girince anlamalıydım, bizim medoğum kedin perilerinin Xarpert dağlarında da gezindiğini. “’Keçiye bakın keçiye’ diye bağırdı içimizden biri. Sesi yankılandı ve birbirimize baktık. Daha sonra bir kayanın tepesinde aniden beliren keçiyi gördük. Adeta kayaların bağrından çıkmış, sesimizin canlılaşmış yankısıydı ya da yankıyı üreten sahici bir peri……peşinden ise, rüzgara kapılmış bir tay, dağ perilerine özgü tuhaf sıçrayışlarla bir dağlı oyunu sergiliyordu.”(s.30)

Miço, Köyün haşarı çocuğu. Miço’nun hikayesinde serüvenimize devam ediyoruz. Miço yaramazlıkları ile uzak çocukluğumu hatırlatıyor ve kırık bir gülümseme yayılıyor hikayeyi okudukça yüzüme. Çağrışımlar bu hikayede de devam ediyor. Miço yaramazlıklarıyla Kel Ğugas’ın Hersinden kelini bile kızartıyordu. (s.40) Evden kaçan Miço bazı geceler Mırdoların ahırında saku da sabahlar. Bizim yayla evlerindeki safki de yani. (s.46) Ander Miço, Lusig’in sesinde bakın neler görüyor: “Onun sesi, Surp Sarkis Dağı’nın kayalarına konan güvercinlere dönüşmüş perilerin seslerinden de tatlı ve güzeldi.”(s.48) Aklıma bir dörtlük geliyor hemen. Karşıya kayalara / peri bağirur peri / kar yağdi da kapatti / koniştuğumuz yeri. Sonra çocukluk anılarımın dere kenarlarından ormanın derinliklerinden kendisini perilerin çağırdığını söyleyerek büyülenmiş gibi dağa doğru yürümeye başlayan amcaoğlu Ramazan. Arkasından karanlık geçitlerde hayvan kılığına girmiş periler gördüklerini, arkalarından seslendiklerini, üzerlerine taş attıklarını anlatan momiler. Miço çocukluğumu çağırmaya devam ediyor; Lusig’ e; “süpürgeye binip uçan, baykuşun gözlerine bakıp fal açan, günün saatlerini belirleyen çadunun masalını” anlatırken. Az mı çadu hikayesi dinledik karanlık yayla gecelerinde ateşin gözüne bakarak.

Yağmur adlı hikayede babamın gürültü yaptığımızda bizi azarlaması aklıma geliyor; Göbek Barsam’ın dükkanının darabalarından bahsederken.(s.57) Darabaların çok güzel anıları yoktur bende. Çünkü babam bizi azarlarken; “tseniyed gedretsek. Tsezi vegannum darabaniyus şebetsnim gu-Sesinizi kesin. Sizi kaldırır darabalara vururum.” derdi.  Bu hikayeyi çabuk geçmek istiyorum. Sonra  marağ’ a kaçıp sinirim geçtikten sonra (s.59) devam ediyorum. Tanıdık kelimeler bu kez Torik Ğugas’ın tarlalarında çıkıyor karşıma. Birinin adı Hoğtar diğeri Marhon. İstanbullu arkadaşlar Hoğtar’ı biliyor ama Marhon’u çıkaramıyorlar. Ben de yine muzip bir gülümseme. E tabi köylü değilsiniz, kim bilir en son ne zaman marx-çıra kullandınız. Bizim evlerimizde yaz kış soba yanar. Kışın içerde yazın dışarıda. Marx olmadan ateşi tutuşturamazsın.  Bu yüzden olmalı marhon açıklanmış dipnotta. “Çıralık ağaçların bol oduğu yer”(s.62) Al sana köylü işleri. “Sürmek,ekmek, yeni öküz, ter, emek, borç, senet, tüm bunlardan sonra iyi bir çeç kaldırmak…” Aklıma bu kelimeleri Ermenice orijinalinden okumak geliyor. Sözlükler karıştırıyorum. Hepsi bizim de yaptığımız işler hepsi bizim de kullandığımız kelimeler. Tabi çeç’i bilmiyor bizim İstanbullular. Sonra Torik Ğugas’ın karısının başındaki laçag çıkıyor karşıma, alacaklısını sinirlendiren ipek laçag.(s.67) İşte başka bir dörtlük daha geliyor uzaklardan: Çağatsk ni var kaletser / kuym lazut vaan tskuş / ka kezi gesmat ça ta / cermag laçag vaan tskuş.

Damat Ovan’ın şalvarından ve çarığından utanması, amcamın tek çarığı yırtılmasın diye köyün içinden geçerken giyip ormana gittiğinde çarığını çıkarmasını hatırlatıyor bana. Ya Halil abim doğduğunda annemin kucağında onu yemek için gelen çadu’nun korkusu ile akraba olan Ovan’ın korkusu. “…tıpkı anahtar deliklerinden süzülerek evlere giren ve bebekli kadınların yüreklerini uzun tırnaklarıyla deşip karanlıkta rüzgarla birlikte uzaklaşan allar gibi…Ovan o alların ürküsünü yaşıyordu. Sanki başucunda kapkara, çadır misali karanlık kanatlarıyla dikilmiş duruyorlardı.”(s.75) Hele Karan Hanımın kadınlara seslenişini duyunca köyümün kadınlarının muhabbetine tanık olmuş gibi oldum: “Ka! Hayırdır inşallah, Ovan damat olmuş.”(s.77)

Dapan  Markar daki nahırı, mereği geçip bir cigara içiyorum ve kitaba adını veren hikayeye geçiyorum.
Güvercinler hikayesi için kitabın başında Onnig Paluyan’ın söylediklerine katılmamak elde değil. “…Bu kısa öyküde muazzam bir dram yaşanır ve sonu cinayete kadar varır: köyde bir cinayet. Sinema yapımcıları için mükemmel bir senaryo…”(s.1) Hikayenin etkileyiciliği ve filme konu olmuş olup olmaması bir yana ben yine kelimelerin, çağrışımların peşindeyim. Bizim dilimizde de çok rastlanan, kaybolan kelimelerin yerine gelen melez kelimelerle karşılaşıyorum bu hikayede. Bizde ser enuş, gayib enuş, uymiş elluş, duşunmiş elluş, vaz antsnuş gibi kullanımlar vardır. Kelimenin yarısı başka dillerden alınmış yarısı Hemşin Ermenicesidir. Aynı form kefş ınel (s.91),  uymiş ıllal (s.94), alişmiş ıllal(s.96) zorlanmiş ıllal (s.97), vaz antsınel(s.94, 98, 101, 106) olarak karşıma çıkıyor. Harput’ta da Hemşin’de de dil aynı şekilde davranıyor diyorum kendi kendime.

Kurban Gar Amu İdi hikayesinde yine tanıdık yer isimleri çıkıyor karşıma. Sevkar, Vank, Bağag.(s.112) Xaçivanakun duzi /parlak olur yulduzi/çiksam Xaçivanak a / Gyorsam sevduğum kizi dörtlüğü ile Harput’un Vank’ından (manastır), Sevkar’(karataş) ına oturup su içtiğim Bağag (soğuk çeşme)’dan selam ediyorum Xaçivanak’a.

Çalo son hikayemiz. Talihsiz köpek Çalo, kişilik sahibi bir köpek. Bu kadar mı güzel karakter yaratılır diyorsunuz okurken bir yandan. Önce anlamıyorsunuz köpek olduğunu zaten. Anladıktan hemen sonra da unutuveriyorsunuz. Bir insandan söz ediyormuş gibi hissettiriyor Hamasdeğ, eşsiz üslubuyla. Köyün bir bireyi gibi, tanış oluyorsunuz, arkadaş olmak istiyorsunuz, seviyorsunuz, üzülüyorsunuz,  canınız acıyor. Ama kelimeleri kovalamaya devam ediyorum yine de. Haçağpür de Çalo ile geziniyor, ateşi egiş ile harlıyorum. Çalo’nun hikayesi de ölümle bitiyor.

Çağrışımlarım beni ölüm konusuna getirip duruyor. Şimdiye kadar nasıl yabancı kalabildim bu hikayelere diyorum. Şimdi belki de ölmekle yaşamak arasındaki ince çizgide, saçılmış tanelerimi toplamaya çalışıyorum ilaç niyetine, tohum niyetine. Yeniden yeşerebilmek için…

mahir özkan