İsmail Güney Yılmaz
20.11.2011 / Ankara
Çeviri: Mahir Özkan
As dağes Anatoliya u Mezopotamya a. Kiç me Balkanner, kiç me Kafkasya, kiç me al Meçki Asya…Kani
meges hosa dzenvadz u xarevadzig joğovurtneri kedin. Kani meges “al soy dağ” mankale dun
pernadzunik as dağes. Kani meges kaşvetsag, zalimnun apvenus aradz maridunerus, mernuş u kovuş
like surgyun campanun ergen u anmart gyoçi katarnernaki. Zate as dağis marterun zatnu megin tarixe
arants ardesuk ça.
Ağun, giyag, hivandutunner, ergen ergen trajedyaner u çartunner…unutun u çunutun…griv u
pax…hedev kork a kork ağparutunner… Xoğ u kelox i hama gağvaner… Hedev kidutun, zenaat, felsefe
u kiraganutun… Hedev emmen dağ liktsutsadz u miyatsvadz meg çkidanutun… us a us temelluşi orer
xettarnun sareynerun…Hedev ergen u tatradz antsenutunner…Emmen nal cançvun u as
dağtsi…emmenin vaan xosvi gu as xoğerus u as dağtsi marterun anunnerov.
Hamra; halay, xoron, bar, zeybek, gowend. Aşiğ u dengbej. Hamra; Fatma, Alex, Şuşan, Ali, İzak,
Denef …Hamra; Hisus, Movses, Mommed…Astvadzaşunç, Tevrad, Guran, Avesta u Musaf-a
Reş…Hamra; Musliman, Xristiyan, Musevi, Zerduşt, Pagan, Putperest, Yezidi, Sabii…Alevi, Ortadoks,
Nasturi, Aşkenazi, Şafi, Katolik,Hanefi…Al hamra; Diyojen, Mevlânâ, Ehmêdê Xanî, Aşık Civani,
Helimişi Xasani … U hamra kidanuşin innadina; Hay, Turk, Hun, Kurd, Keldani, Con, Alban, Hrakan,
Çarkas, Tatar, Çeçen, Levanten, Azeri, Pomak, Malokan, Boşnax, Lom, Turkmen, Gurci, Çepni,
Hamşentsi, Daxtaci, Abxaz, Avşar, Manav, Zaza, Abdal, Becirmani, Mihalmi, Asori, Pontostsi,
Dağistantsi, Kumik, Garapapax, Nogay, Terekeme, Karay, Poşa, al a şader… Kidevi ta as dağnanin
emmenna. Xarevadza hin xoğerun ebruyin hazarumeg kuyn e. Nuyn xağer astevadza, uruş uruş
lizunerun. Tema tem seruşner kervadza. Nestadza Turkmene, gyoçmişenoğ Yoruğe. Dağan Musliman;
ağçige Yezidier. Kordzevadza kilimin vaan; megelluş e ça na mernuş e.
Çarteldevadzunin meg mezi miliyon danum. Zalimal ağadzik mazlum al. Egoğnal ağadzik, ertoğnal.
Ginoğnal ağadzik, barvoğnal. Tergits al ağak, ağunot tenag duşman al. Siretsak u nefret aak. Dir ellak
u tertsutsak. Xarevetsak u tecrit aak. Medak nuyn grive; ama meg mezi al tur tapetsak. İnç desedzuni
u inç hissetmiş ağadz çuni as xoğeres? Umude ta; ça na gorsevuş u ertuş uzuşe ta? Adanmiş elluşe ta;
lerte tarnuşe ta? Kine ta; ça na ser e ta? Unanutune ta; çunanutune ta? İnçer desav oç as xoğes? İnçu
kidim yes kidim asoğ, uyne joğovurtan heru, uyne yurdin duşman beyner, sultanner, imparatorner,
diktatorner…Desav oç ta as xoğes? Kizilbaş e, Xristiyan e u Yahuditsov “dasehazar gatsin ellelov
duşmani tsağudniyus mednoğner” e? Desav oç ta? Emmenu tejar e enelov, pernevuş, garadnuş u “inç
u elli abruş” uzuşe ağtelov, uynman joğovurti u hekutsi hama antsnoğnerun.
Yuur megin duşman ellelov abruşe as aşxaris emmenu tetev pan na. As coğrafyayis vaan ta xosik gu,
duşman elluşe aşxaris uruş dağnuke putenes na al teteva asel garik. Duşmanutun u nefret enuşi hama
çhamrevel pan kednevi gu, heru gunguşi u xosuş çelluşi hama çhamrevel pan kednevi gu tarixan.
“Mezi mer xoğin çartetsin!”, “hedetvenus tevin!”, “usaus griv aak, dzağetsin mezi!”, “avduşniyes
bidzig desan u çartetsin mezi!”, “duşmanov miutun ayin!”, “dovlete hedetniye arin u kağiyes
koletsin!”, “mer troşakin inç ser unin; inç al saygi unin!”, “mer lizun, mer vovutun e, mer kultur e,
yani “mek” elluşe yasağ ayin!”….
Şidag e duşman elloğe joğovurtnernin ta; ça na uyne hama emmenşen dzağe garnoğ, inçu gona meçe
turs hanelov u anu pan ça asoğ, incik çelloğin al “aha avduşi şidage!” deyi arçetvenis tenoğ ağaner,
beynernin ta? Grivin ha!...u vor grivin, um u inçi tem elloğa as grives? An ağanerun u beynerun
uzadzin bes mek mezi tem ellelov ta keşoğa as grives, meg semte inçuk ağtevi u gorsevi? Ça na grive
ağanerun u beynerun sevan, mernuşan u anderi ağunan şinvadz kalenerun tem elloğa ta hedra?
Hartsumin cevabe garca al? Pats al ta a hartsumin cevabe hatse, adalete, xalesuşe, azadutune u
marterun miutune uzoğ emmen hokets hama; en tame as şad daregan u tatradz coğrafyayis xotsiye
hedra lavtsenuşi hama umudan u lusan şinvadz livorniyes hedra usuşniyes bidi. En tame arakage
şidag arevelkan partsena gu u xoğeres hazar darvan şad garad vartervadz medz tamnetskin altunan
şarbate gulguda u nuyn şarbatan anu bes cagadakir e sev inçu xoğ go anots al guda.
Burası Anadolu ve Mezopotamya…
Biraz Balkanlar, biraz Kafkasya, biraz da Orta Asya … Kimimiz burada
doğup karıştık halklar ırmağına. Kimimiz “daha iyi bir yer” arayışı
sonunda yurt tuttuk burayı. Kimimizse sökülüp atıldık, zâlimin elimizden
aldığı anayurtlarımızdan, ölüm ve ağıt dolu sürgün yollarında uzun ve
kimsesiz göç katarlarıydık. Ki bigâne de değildir buralı insanların
hiçbirinin târihi, gözyaşından.
Kan, ateş, hastalıklar, uzun uzun trajediler ve kırımlar…
Bolluk ve kıtlık … Savaş ve barış …Sonra koyun koyuna kardeşlikler …
Toprak ve kelle pahasına kavgalar … Sonra bilim, sanat, felsefe ve
edebiyat … Sonra uçsuz bucaksız ve örgütlenmiş bir cehâlet … Omuz omuza
başkaldırı günleri gaddarların saraylarına … Sonra uzun ve yorgun
suskunluklar … Hepsi tanıdık ve buralı … Hepsi anılır bu toprakların ve
buralı insanların adıyla.
Say; halay, horon, bar, zeybek, gowend. Âşık ve dêngbêj. Say; Fatma, Alex, Şuşana, Ali, İzak, Denef … Say; İsâ, Musâ, Muhammed … İncil, Tevrat, Kur’an, Avesta ve Mushaf-a Reş … Say;
Müslüman, Hıristiyan, Musevî, Zerdüşt, Pagan, Putperest, Yezidî, Sabiî …
Alevî, Ortodoks, Nasturî, Aşkenazi, Şafiî, Katolik, Hanefî … Daha say; Diyojen, Mevlânâ, EhmêdêXanî, Aşık Civani, HelimişiXasani …Ve say
mâlûma inat; Ermeni, Türk, Rum, Kürt, Keldanî, Laz, Arnavut, Yahudi,
Çerkes, Tatar, Çeçen, Levanten, Azerî, Pomak, Molokan, Boşnak, Çingene,
Türkmen, Gürcü, Çepni, Hemşinli, Tahtacı, Abhaz, Avşar, Manav, Zaza,
Abdal, Becirmanî, Mıhalmî, Süryanî, Pontoslu, Dağıstanlı, Kumık,
Karapapak, Nogay, Terekeme, Karay, Poşa … daha da nicesi …
Bilinir ki buradandır hepsi. Karışmış kadim topraklara ebrûnun bin
bir rengi. Aynı şarkılar söylenmiş, ayrı ayrı dillerde. Karşılıklı
sevdâlar yazılmış. Konmuş Türkmen, göçer Yörük. Oğlan Müslüman; ama
Yezidî’ymiş kız. İşlenmiş kilim motiflerine; ya vuslât ya da ölüm.
Kırdırmışlar milyon kere bizi birbirimize. Zâlim de olmuşuz,
mazlum da. Gelen de olmuşuz, giden de. Kalan da olmuşuz, gizleyen de.
Komşu da olduk, kanlı bıçaklı düşman da. Sevdik ve nefret
ettik. Sâhiplendik ve kovduk. Karıştık ve tecrit ettik. Girdik aynı
kavgaya da; ama kılıç da salladık birbirimize. Ne görmemiş ve ne
hissetmemiş ki bu topraklar ? Umudu mu; yoksa yok olup gitme isteğini mi
? Adanmayı mı; sırt çevirişi mi ? Kini mi; yoksa aşkı mı ? Varlığı mı;
yoksulluğu mu ? Ne görmedi ki bu toprak ? Ali kıran, baş kesen kendi
insanından uzak ve yurduna düşman beyler, sultanlar, imparatorlar,
diktatörler … Ve görmedi mi bu toprak ?..Kızılbaş’ı, Hıristiyan’ı ve
Yahudisi’yle “on bin balta olup düşman ormanına girenler”i?.. Görmedi mi
?.. En zor olanı yapıp,tüm tutku, özlem ve “her şeye rağmen yaşama”
güdüsünü yenip, kendilerini halka ve yârına fedâ edenleri ?
Birbirine düşman olarak yaşamak, tüm dünyada en kolay şeydir.
Bu coğrafya için konuştuğumuzda, düşman durmanın tüm dünyaya göre daha
kolay olduğu da söylenebilir hattâ. Düşmanlığa ve nefrete
sayısız dayanak bulunabilir, uzak durmaya ve konuşmamaya yığınla sebep
devşirilebilir târihten. “Bizi kendi toprağımızda yok ettiler !”,
“arkamızdan vurdular !”,”omuz omuza savaştık; ama sattılar bizi !”,
“inancımızı hâkir görüp, kırdılar !”, “düşmanla işbirliği yaptılar !”,
“devletten destek alıp, köylerimizi yaktılar !” , “bayrağımıza ne
sevgileri; ne de saygıları var !”, “dilimizi, kimliğimizi, kültürümüzü,
yâni ‘biz’ olmayı yasak ettiler !” …
Ama özünde düşman olan halklar mı; yoksa kendi çıkarları
uğruna her şeyi satabilecek olan, var olanın içini boşaltarak ve onu yok
sayarak, olmayanı “işte inanacağınız gerçek!” diye dayatan ağalar,
beyler mi ? Savaşa evet !.. Ama bu savaş, kime ve neye karşı
olmalı ? O ağaların ve beylerin tam da istediği gibi birbirimize karşı
mı sürmeli bu savaş, bir taraf yılana ya da yok olana dek? Yoksa savaş,
ağalar ve beylerin siyahtan, ölümden ve garibân kanından inşaa ettiği
kalelere karşı ortakça mı olmalı ?Sorunun cevabı basit değil mi?
Aşîkârsa sorunun basit cevabı ekmeği, adâleti, kurtuluşu, özgürlüğü ve insanın birliğini düşleyen herkes için eğer.
O zaman bu yaşlı ve bitkin coğrafyanın yaralarını hep birlikte
sarabilmek için umut ve ışıktan silâhlarımızı hep birlikte omuzlamamız
gerekir. İşte belki o vakit, güneş gerçekten de doğudan yükselir ve
topraklarımız binlerce yıldır hasret bırakıldığı kutlu nihâyetin altın
zerrelerinden şerbetini kana kana yudumlar ve aynı şerbetten kendisi
gibi bahtı kara nice toprakla paylaşır.