20 Kasım 2010 Cumartesi

Karadeniz’in Laneti

“Karadeniz! Karadeniz! Yetmedi mi! Daha ne istiyorsun benden. Dualarım, adaklarım yetmedi mi! Gözpınarlarım kurudu. Gözyaşlarım yetmedi mi!” dedi yaşlı kadın;

Sayısı belirsiz yıllardır her gün gelip oturduğu kayanın üzerinden Karadeniz’ e seslenirken. Sonra sustu, Karadeniz’ i dinledi. Deniz ses vermedi. Deniz henüz kayaları dövmeye başlamamıştı. Kıpırtısız susuyordu. Balıkçı takalarının sesi duyulmuyordu daha. Gün açmamıştı.

“Bir şey söyle! Deli deniz! Bir işaret ver! Gücüm kalmadı artık! Bir ses ver bana ya da sesimi al, kıyılarına vur!” dedi.

Uzaklara bakan gözlerini ayaklarının dibindeki durgun karanlığa çevirdi. Baktı, baktı, baktı. Suda suretini aradı. Koyu karanlıktan başka bir şey görmedi. Ayağa kalktı. Başka türlü kalktı. Önceki günlere benzemiyordu bu kalkışı. Yerinde çakılı kalmıştı. Gözlerini denizin koyu karanlığından ayıramıyordu. Bir gülümseme gelip dondu dudaklarında. Delice parladı gözleri. Gözbebekleri büyüdü. “Ben de mi?” diye düşündü.

İşte tam o anda bir ses duydu. Bir hıçkırık. Sese döndü yüzünü. Kulak kesildi. Kayalardan başka bir şey görmedi. Ağlıyor muydu deli deniz? Yürüdü sese doğru. Hıçkırıklar. Dikkatli küçük adımlarla yaklaştı sese doğru. Kayaların arasından yol bulmuş otlara tutuna tutuna ilerledi. Sese iyice yaklaşmıştı. Kayaların arasında onu gördü. Başını dizlerinin arasına almış durmaksızın ağlıyordu. Başındaki boncuklu yazmasının altından kara saçları sırtına dökülüyordu. Adımlarını hızlandırdı. Cevap beklemediği sorularla “Yavrum ne oldu sana? Tövbe, tövbe, tövbe. Neyin var yavrum?” diyerek yanına indi. Genç kadını kucakladı. Titriyordu. Başını avuçlarının arasına aldı. Yüzünü çevirdi. Genç kadının yüzünde tuzunu boşaltan bir Karadeniz gördü.

“Ah yavrum! Ne oldu sana, senin kimin kimsen yok mu?”

Genç kadın avuçlarının arasında titremeye ve ağlamaya devam ediyordu. Başını omzuna dayadı sımsıkı sarıldı. Sual edilecek zaman değildi. “Ağla yavrum, ağla!” dedi. Sustu. Ne vakit o halde kaldılar kimse bilmedi. Tuttu kollarından ayağa kaldırdı sonra genç kadını.

“Gel yavrum” dedi. “Üşümüşsün.”

Yolun karşısına geçtiler. İki yanı fındık ağaçlarıyla dolu taş döşeli patikadan yukarı köye yollandılar. Eve geldiklerinde yaşlı kadın, üzerini değiştirmesi için giysi verdi genç kadına. Ocağı yaktı. Yemek hazırladı. Hiçbir şey sormadı. Hiç konuşmadılar. Sözün zamanını bulmasını bekliyorlardı. Kimse bilmez ne kadar vakit geçti. Söz zamanını buldu.

Genç kadının yaşlı kadına anlattığıdır:

“Kim olduğumu bilmiyorum ben. Elbet benim de bir anam, bir babam vardı herkes gibi. -Allah rahmet eylesin.- Herkesin adı gibi adları vardı. Herkesin köyü gibi bir köyümüz vardı bizimde. Orada doğdum, orada büyüdüm ben. Oradan gelin oldum telli duvaklı. Köyümüzde hiç akrabamız yoktur bizim. Sonradan gelip yerleşmiş bizimkiler oraya. Hiç konuşmazdı babam bu konuda. Nerden geldiklerini de bilmezdim, niye geldiklerini de. Benim bilemediklerimi bilirmiş birileri meğer. Meğer köyümüz herkesin köyü gibi değilmiş bizim. Adımız herkesin adı gibi değilmiş. Ben bilmezdim. Bilen birileri varmış meğer. Gelip söylemişler kocama da. “Gavurun kızını beslersin koynunda” demişler. “Yola gelmeyenlerin soyundan senin karın” demişler. Arada kalmışlardanmış bizimkiler. Hemşin’in kaçaklarındanmış bizimkiler. Ne kalabilmişler. Ne de gidebilmişler karşı kıyılara. Adlarını saklamışlar, köylerini saklamışlar. Ben bilmezdim. Bilirmiş birileri meğer. Kovdular evimden beni. Evim yok benim. Kimsem yok. Karadeniz’ in kıyılarına vurdular beni. Benim yerim deli deniz.”

Yaşlı kadının genç kadına anlattığıdır:

“Sen benim beklediğim işaretsin. Biz lanetlendik yavrum. Karadeniz sindiremedi takaların yükünü. Lanetledi bizi. Olacak şey değildi takaların yüklü gitmesi deli denize. İnsan yüklüydü takalar yavrum. Balık istifi insan yüklü. Adları bize benzemeyen insan yüklü takalar açıldı Karadeniz’ e. Çığlık yüklüydü takalar. Kadın çığlığı, çocuk çığlığı yüklüydü takalar. Kudurdu deniz. “Yapmayın.” dedi. Dövdü kıyıları. “Yapmayın” dedi. Yaptılar. Balık dolu dönen takalar boş döndü geriye. Yıllarca bize verdiklerine karşılık insan verdik denize. Kirlendi deli deniz. Sindiremedi takaların yükünü. Lanetledi bizi yavrum. Takaların reisi benim adamdı yavrum. Yaman denizciydi. Bereketini esirgemezdi deniz ondan. Karadeniz sevdalısıydı onun. Konuşurdu onunla. Anlaşırdı kendi dilince. Takaların yükünü boşalttıktan sonra deniz küstü. Konuşmadı bir daha. Balık vermedi bir daha. O lanet gününden sonra hep boş döndü denizden. Sonunda içinin kıyılarını dövmeye başladı deniz gibi. Delirdi. Denize çıkamadı bir daha. Kıyısına varamadı. Denizi görmeden öldü sonunda. Laneti miras bırakıp öldü. Oğlumda babası gibi denizci oldu delikanlı çağında. Ne ettimse vazgeçiremedim sevdasından. Haftasına varmadı delirdi. Varamadı kıyısına bir daha denizin. İşte o günden beridir her sabah gelir otururum Karadeniz kıyısına. Yalvarır dururum deli denize. Adaklar adadım. Kurbanlar verdim. Dualar okudum. Kaldırmadı lanetini üzerimizden. Şimdi yavrum delikanlı çağında torunum lanetin kıyısında. Seni Karadeniz gönderdi yavrum. Laneti sen kaldıracaksın.”

Yaşlı kadın torunuyla genç kadını evlendirdi. Ona kendisininkine benzemeyen bir ad verdi.

Mahir Özkan